9 Aralık 2012 Pazar

Real Madrid vs. Türk Takımları

Evet, Real Madrid Avrupa basketbolunun önemli ve başarılı kulüplerinden bir tanesi; tarihlerinde nice önemli oyuncular, kıta bazında ve yerel kupalar bulunmakta; son dönemde de üst çıtadan aşağı pek düşmeden mücadelelerine devam ediyorlar. Ancak bir önceki hafta oynanan Fenerbahçe Ülker karşılaşması ile birlikte Türk takımlarına karşı üst üste 12. galibiyetlerini elde etmeleri de artık ilginç bir durum haline gelmeye başladı. 2004-2005 sezonunda İspanya'da Efes Pilsen'in aldığı farklı galibiyet sonrası 2007-2008 sezonundan beri her sene geldikleri İstanbul deplasmanında ve kendi evlerinde toplam Efes'i 8 kez, Fenerbahçe Ülker'i de 4 kez mağlup ettiler. İşin ilginç yönü bu maçların içinde Fenerbahçe'nin ilk yarıyı farklı önde kapattığı, Efes'in son 10 saniyesine 3 sayı önde girdiği veya maç içinde 17 sayı öne geçtiği, çok kritik önem taşıyan veya formalite maçı seviyesindeki maçlar mevcut. Son 10 yılda en önemli başarıları 2007 Uleb Cup ve 2011 Euroleague Final Four'unda 4.lük olan bu takımın yakaladığı bu sinir bozucu serinin içinde belki de galibiyete en çok yaklaştığımız maç olan 2011 Şubat'ındaki Real Madrid - Efes Pilsen maçında spiker Melih Gümüşbıçak'ın bu duruma isyanı ek olarak geliyor...

1 Aralık 2012 Cumartesi

Red Bull, Hayallerini Kalkış Pisti ile #kanatlandirir!

Eğer gerçekten inanırsan o zaman herşey mümkün. Şimdi senin sıran!
Red Bull yıllardır insanları ve fikirlerini kanatlandırıyor. Şimdi uçma sırası sende. Eğer senin de mükemmel bir fikrin varsa, videonu yükle ve bunu @RedBullTR ile paylaş. Videoyu izleyenler tarafından oylansın ve jüri değerlendirmesiyle gerçeğe bir adım daha yaklaşsın. Hazır mısın? O zaman gel ve kanatlarını al.
Acele davran; bir adım ilerde olmak için videonu yüklemeyi unutma!
www.kalkispisti.redbull.com.tr/kalkispisti
Konuşmaya dahil olmak için tık: #kanatlandirir

Bir bumads advertorial içeriğidir.

20 Ekim 2012 Cumartesi

Çok Özlemişiz...

Geçtiğimiz sezon başta olmak üzere belki de Oktay Mahmuti'nin Efes'teki önceki döneminin zirvelerine çıktığı 2004-2005 yılları sonrası yıllardır süren istikrarsız ve kırılgan bir oyun ve yönetim yapısına sahip olan Anadolu Efes Spor Kulübü'nden beklentilerin geçen hafta izlediğimiz EA7 Milano maçı sonrası da pek karşılığını bulmadığı veya bulmayacağı görüşü şekillenmeye başlamıştı. Ancak dün akşam Abdi İpekçi'de izlediğimiz maçta son şampiyonu adeta denize döken takımın da aynı takım olduğunu görmek epey şaşırtıcı ve mutlu edici geldi doğrusu. Oktay Mahmuti'nin gelişi ile geçtiğimiz sezonki kadronun üzerine eklenen parçaların verim verip vermeyeceği veya yeni sezon oyun planlarının hangi türde olacağı gibi sorular varlığını sürdürmekle beraber uzun zamandır böyle rahat ve keyifli bir galibiyet izlemeyi çok özlediğimizi belirtmek gerekir. Umarım ki yıllardır süren sorunun ana temeli olan istikrarsızlık problemi neticesinde bu maç da ağzımıza çalınan bir parmak baldan ibaret olmaz ve sezonun geneline yansır. Ancak alıştığımız Efes ve Oktay Mahmuti oyununun bu kadar tempolu bir düzene nasıl geçiş yapacağını ve maçın başında şova dönüşen şut yüzdesinin yüksekliğini de biraz sorgulamak gerekir diye düşünüyorum. 

Foto: Eurosport TR






23 Eylül 2012 Pazar

Beşiktaş Milangaz Efsanesi


2011-12 sezonu Türkiye basketbolu açısından gerçekten çok güzel ve farklı bir yıl oldu. Erkek basketbolu olarak konu sınırını daraltacak olursak; bu sezonu özel kılan takımın 37 yıl sonra Beko Basketbol Ligi’nde şampiyon olan ve 2000 yılından bu yana süregelen Efes-Ülker (FB Ülker) zirve çekişmesini kıran takım olan Beşiktaş Milangaz olduğunu söylemek yanlış olmaz. Üstüne üstlük bu takımın bu sezon yaptıkları ve başına gelenler sadece bu şampiyonluk ekseninde gelişen olaylar da değil. 2011 yazında daha sponsoru belli olmayan ve kapanma tehlikesi atlatan bir takımın arada gelip geçen yıldızlara ve yapısal revizyonlara rağmen sadece ligde değil kupada da şampiyon olması, bunun yanında Türkiye’ye basketbolda toplamda 3. Avrupa kupasını getirmesi gibi konular 2012 yazında hem ismen hem de cismen dağılan takımın bu 1 yıllık zaman dilimini ayrı bir şekilde irdelenmeye değecek seviyeye fazlasıyla getiriyor. İsterseniz 2011 Eylülü ile 2012 Temmuzu arasında geçen ve içinde D-Will, günde 3 idman, 7 kişilik rotasyon, Eurochallenge Kupası, Euroleague katılım hakkı gibi anahtar kelimeler barındıran efsanenin önemli kırılma anlarına bir göz atalım:
  
           1 Başlangıç Dönemi:
Hikayenin en başına dönecek olursak, 2011’in Temmuz ve Ağustos aylarında yaşanan sponsor krizini bir  başlangıç noktası olarak görebiliriz. 6 yıl süren sponsorluğun sona ermesi ile birlikte Beşiktaş Cola Turka ismi de tarih olmuştu. Bununla birlikte ortaya çıkan ekonomik sarsıntı sonrası eldeki oyuncuların büyük bir kısmı yollar ayrılmıştı. Takımın başında kalmaya devam eden koç Ergin Ataman’ın elinde yabancı oyuncu olarak   bir tek Marcelus Kemp vardı ve kalan yerli oyuncular olan Cüneyt Erden, Bekir Yarangüme ve Serhat Çetin’in de mevcut kontratlarından vazgeçmeleri için kendilerine insanlık dışı bir şekilde günde 3 idman yaptırılıyordu. Bu olay sadece vicdan sahibi ve basketbol ile ‘gerçekten’ ilgilenen kişiler tarafından görüldü ve maalesef çok ayıplanamadı. Ergin Ataman’ın yeni sezon için kafasındaki planları sekteye uğratan bu bekleyiş sonunda Beşiktaş kulübü başkanı Yıldırım Demirören’in babasının sahibi olduğu Milangaz firması ile anlaşıldı ve ‘Beşiktaş Milangaz’ ismi ile birlikte yeni sezon öncesi hazırlıkları resmiyete dökülmeye başladı.
   2-  NBA Süperstarı Türkiye’de:
Sponsor desteğinin de sağlanmasından sonra Beşiktaş Milangaz isminin sadece Türkiye değil dünya kamuoyunda öğrenilmesinin sağlayan olay gerçekleşti. Takımına büyük bir yıldız kazandırmak (veya hediye etmek) isteyen Demirören ekibinin yoğun çabaları sonucu NBA’de yaşanan lokavt dönemini boşta geçirmek istemeyen Nets’li süperstar Deron Williams Beşiktaş Milangaz ile anlaştı. Aralık başına kadar sürecek olan lokavt döneminde Avrupa’da oynayan en büyük yıldız olarak kabul edilen D-Will’in gelişi haliyle büyük sükse yarattı ve henüz kısa süre önce yapısal sıkıntılarla uğraşan takım bir anda iddialı bir takım haline geldi. 
  3-  D-Will gölgesinde Kalan Önemli Transferler:
Bu transfer sonrası koç Ergin Ataman’ın rotasyon planları da haliyle yeni durum ekseninde gelişti. D-Will kadar sükse yapmasa da değeri daha sonra anlaşılacak olmakla beraber David Hawkins, Ersin Dağlı, Zoran Erceg, Can Akın, Mehmet Yağmur gibi isimler de D-Will rüzgarının gölgesinde ve çok uzun olmayan bir süre zarfında kadroya dahil edildi. Sezonun ilk resmi maçı niteliğindeki Dexia-Mons maçı öncesi kadroda bir diğer lokavt oyuncusu Semih Erden de hazır bulunuyordu. (Aslında  bu transferin sebebi pivot mevki için anlaşılan Litvanyalı Petravicius’un Eurobasket’te sakatlanması sonrası kendisinden vazgeçilmesiydi.)
   4-  Toz Pembe Günler: 
Tüm gözlerin üzerinde olduğu bir takım haline gelen Beşiktaş Milangaz’ın maçları da haklı bir şeklide ilgi odağı haline geldi. Beklenmedik şekilde Eurocup’tan elenme hali biraz bu pembe tabloyu sarssa da ligde gelen bol sayılı ve farklı galibiyetler Beşiktaş’ın önemli bir şampiyonluk adayı olduğunu gösteriyordu.  Tabii ki burada büyük pay da D-Will’e aitti. Onun kumandanlığındaki hızlı oyun ve hem  sayı hem asiste yönelik bireysel performans süperstar oyuncunun gidişine kadarki dönemde yüksek galibiyet oranlı bir seri yakalanmasını sağladı. Sinan Erdem Arena’da oynanan FB Ülker ve D-Will‘in 50 sayı attığı Göttingen galibiyetleri kayda değer anılar olarak tarihe geçti. Lokavt döneminin daha da uzun süreceğine kesin gözüyle bakılması sebebiyle basında çıkan Kobe Bryant ve Kevin Durant transfer haberlerinin üzerine onlardan biri ile olmasa da Lakers’li yıldız oyuncu Lamar Odom’la anlaşıldığı haberi gündeme bomba düştü.  Bu transferin Beşiktaş’ı şampiyon ilan etmeye yeteceği görüşü iyiden iyiye kabul görmeye başlamıştı. Ne var ki lokavtın Aralık başı itibariyle biteceğinin açıklanması belki de en çok Beşiktaş Milangaz’ı ilgilendiren bir olguydu ve D-Will, Semih Erden gibi isimlerin yanında siyah beyazlı formayı hiç giyemeyen Lamar Odom’un da NBA sezonu için geri dönecek olmaları ile birlikte şampiyon adayı olarak gösterilen BJK Milangaz’ın da kısa süren bu pembe rüyadan uyanacağı görüşü son tahlilde hakim olandı. Ancak, hikayenin buradan sonraki kısmı daha da önemli hale gelecekti.
    5-   Lokavt Sonrası Yeniden Yapılanma:
Lokavt bitişi ile yıldızlarını kaybeden Beşiktaş Milangaz’da beklenenin aksine bir dağılış değil, kısa sürede transfer operasyonu gerçekleşti ve normal transfer döneminde dahi bulunması zor olabilecek oyuncular olan Pops Mensah-Bonsu ve Carlos Arroyo gibi kariyerli oyuncular kadroya dahil edildi. Bu hamleler NBA transfer döneminde pek dikkat çekmese de takımın başarıya giden yola tekrar girmesinde çok başarılı ve etkili oldu. Hırsı ve atletik hareketleri ile taraftarı coşturan Bonsu ve kariyerini haklı çıkartırcasına oyun zekasını sahaya yansıtan Arroyo bu yeni dönemde Hawkins, Erceg, Ersin Dağlı gibi oyuncularla birlikte 3 kupaya giden yolun temel taşları oldular.
   6 Can Sıkan Sakatlıklar ve 3+2 Sorunu:
Kadro dalgalanmaları sonunda tekrar ideal bir kadroya kavuşan takımda bu sefer rotasyonu zorlayan durumlar sakatlıklar ve ligdeki 3+2 yabancı sınırlaması oldu: Türkiye Kupası finalleri öncesinde Can Akın idmanda sakatlanarak sezonu kapattı. Zaman içinde Erceg, Ersin, Arroyo, Kemp gibi oyuncular da sıkça sakatlandılar ve çoğu maçta7 kişilik rotasyonla sahaya çıkan takım bu halde de önemli galibiyetlere imza attı. Sinan Erdem’de oynanan normal sezondaki Galatasaray galibiyeti bu takımın yeni karakterini ilk adımını kolay kolay pes etmemek olduğunu gösteriyodu. Bu karakter adımı sezon sonuna doğru rakipleri alt edecek ve şaşırtacak temel prensip olma seviyesine çıkacaktı.
   7-  Film Arası-Adam Morrison:
Bu kadar hızlı gelişen bir hikayeye kısa bir film arası verecek olursak; beklenilen katkı alınamayan veya bu yoğun tempoda arada ‘kaynayan’ bir transfer Adam Morrison’dan bahsedebiliriz. Lokavt döneminde gittiği Kızılyıldız’da bir kıpırdanma gösteren NBA şampiyonluk yüzüğü sahibi bench oyuncusu az sayıda maç süren Beşiktaş kariyerinde bazı başarılı maçlar oynasa da yabancı rotasyonu sıkıntısı veya İstanbul’a alışamama sebebiyle mi bilinmez play-off’lar öncesi takımda sessiz sedasız şekilde ayrıldı.
   8-   Başarı-Karakter-İnat-Hırs-Başarı ve Başarı...: 
Sezon boyunca nice badireler atlatan takımda koç Ergin Ataman ‘3 kupaya da talibiz’ dediğinde pek önem vermeyen kamuoyu da bu sese artık tekrar kulak asmıştı. Koç-oyuncu-taraftar bütünleşmesinin sağlanması ile rotasyon sıkıntılarına rağmen önce Türkiye Kupası kazanıldı. Kupa yarı finalinde son dakikalarına 10 sayı geride girilerek kazanılan Galatasaray MP maçı bir diğer karakter gösterisiydi.
Bu arada rotasyon sıkıntısı takıma sadece direnç değil, 16 yaşında bir point guard (Kartal Özmızrak) hem de sezon başında gitmesi beklenen bir role player (Serhat Çetin) kazandırmıştı. Sezon başında kaptanlığın verilmesini çoğu kişinin anlayamadığı David Hawkins bu takımın lideriydi ve kendisi ile beraber 5-6 arkadaşının her maç 30 dakika üstü süre almaları artık onlarda yorgunluk meydana getirmiyordu. Bu durum özellikle lig play-off’larında üst üste Fenerbahçe Ülker, Galatasaray MP ve Anadolu Efes’i geçerek şampiyon olurlarken rakiplerinin planlarını bozan temel etkenlerden biriydi.
Eurochallenge arenasında gelen şampiyonluk kimi çevreler tarafından önemli bir başarı olarak görülmese de yeni bir dönüm noktasıydı. Bonsu-Erceg-Hawkins-Serhat-Arroyo rotasyonun beraber oynadığında ne kadar verimli olduğu da Macaristan’daki Final Four’da görüldü. Öyle ki madem bu kupa önemsiz ve kolay bir kupaydı; neden bu zamana kadar Türkiye’ye gelmemişti ki? Neyseki BBL play-off’larının başlamasından ve özellikle FB Ülker’in 2-0’lık bir seriyle geçilmesinden sonra bu takımın 3’te 3 yapabileceğine olan inanç büyük bir kesime yayılmıştı. Akatlar’da oynanan Fenerbahçe maçında Arroyo’nun önce maçı uzatan sonra da galibiyeti getiren inanılmaz 2 şutu bu sezonun sihrini bir kez daha gözler önüne sermişti. Galatasaray MP serisinde kaybedilen tek maçın sonunda yine Arroyo’nun attığı 3’lüğün çemberden adeta girip geri çıkması da bu sihri bozamadı. Sanılanın aksine, bu rüzgara en çok direnen takım Efes oldu ancak 6 maçlık final serisinin sonucunda toplam sonuç tek tabirle özetlendi: ‘3’ü 1 Arada’
   9-  Beklenmeyen Son ve Kapanış:
Yapılmaz denileni yapan ve Türk basketbol tarihinin en ilginç sezon hikayelerinden birini yaşatan Beşiktaş Milangaz efsanesinin elde edilen Euroleague katılım hakkı ile birlikte bu sezon da devam etmesi bekleniyordu... Olmadı... Önce sona eren sponsorluğun uzatılmaması ile Milangaz ismi ve desteği takımdan ayrıldı; daha sonra ‘bu isim yoksa ben de yokum’ diyen Ergin Ataman...

Eylül 2012 tarihine geldiğimizde de karşımızdaki tabloda sponsorsuz bir Beşiktaş erkek basketbol takımı duruyor. Ergin Ataman; Ersin Dağlı ve David Hawkins Galatasaraya’a gitti. Birkaç isim dışında tamamen yeniden kurulan takımın başına geçen başarılı koç Erman Kunter sınırlı ekonomik destek ile nasıl bir kadro ortaya çıkartıp ne kadar başarı gösterebilecek hep beraber göreceğiz ancak; şu bir gerçek ki 2011-2012 sezonu tüm kırılma anları ve ilginç hikayesi ile birlikte ‘Beşiktaş Milangaz Efsanesi’ne sahne olması özelliği ile hatırlanacak.

Olympiakos ve Sinan Erdem Arena



2011-2012 sezonunda belki de uzun yıllar sonra Euroleague’de beklentilerin fazla olmadığı hatta sürpriz dahi sayılabilecek bir takım şampiyon oldu. Hikayenin tamamını anlatmaya gerek yok; zaten hem burada bahsettik hem de birçok farklı kaynakta Olympiakos’un beklentileri hep aşağıda tutarak sessiz ve derinden gittiği şampiyonluk yolu ile ilgili birçok yazı kaleme alındı. Bu yazıda bahsedeceğim konu bu masalsı yolculuğun önemli bir durağı olan ve birden fazla kez uğranılan Sinan Erdem Arena’nın bu yolculuğa olan etkileri ve dikkat çekici noktaları ile alakalı olacak:

2011-12 sezonunda hazırlık dönemi dahil toplam 5 kere İstanbul seyahati yapan Olympiakos’un yaptığı ziyaretlerden 2’si Abdi İpekçi’de, diğer 3’ü de Sinan Erdem’de oynayacağı maçlar içindi. Sezon başında organize edilen Two Nations Cup’ta mücadele eden Abdi İpekçi’ye diğer ziyaretini de tarihi bir kapışmaya sahne olan Galatasaray maçı için yapmıştı. Sinan Erdem’e yapılacak ilk ziyaret Aralık ayı başında oynanacak olan Fenerbahçe Ülker karşılaşması içindi.

Bu maça gelene kadar grupta işler pek istenildiği gibi gitmiyor ve herkesin herkesi yendiği bir duruma sahne olan A grubunda Olympiakos için gruptan çıkamama tehlikesi baş gösteriyordu. Sezon başında alınan Kalin Lucas, Matt Howard gibi NCAA’den gelme isimlerin takıma olan katkısı sorgulanmaya, takımın diğer bir kısmını oluşturan genç Yunan isimlerin de buldukları şansları yeterince iyi değerlendiremedikleri görüşü yayılmaya başlamıştı. Rakip FB Ülker de aynı sıkıntıları yaşayan bir başka ekipti ve bu maçı 2 takım da sıkıntıları geride bırakmak için bir dönüm noktası olarak görüyordu. Sezon başından beri takımı yalnız bırakan Fenerbahçe taraftarı salonu doldurmuş, geçen sezon yine burada alınan ve muhteşem giden sezonun sonunu getiren acı yenilginin rövanşını almak istiyorlardı. Maça gelirsek işler özellikle 2. yarıda FB Ülker’in istediği gibi gitti. Jerrels-Ukic ikilisinin yan yana verdiği verim ile sonlara doğru kopan maçta 16 sayılık fark ile kazanan Fenerbahçe oldu.

Bu ağır mağlubiyet Olympiakos adına bir şeylerin değişmesi gerektiğinin anlaşılması adına çok önemli bir dönüm noktası haline geldi. Dip noktayı gördükleri bu maçtan sonra ivme kazanan takım bütün işlerin son maça kaldığı grupta 2. sırayı aldı. Top 16 yıl öncesi de Lucas-Howard gibi isimlerden vazgeçilerek pota altı için çok önemli bir hamle olan Jerome Dorsey ve guard bölgesi için sezonu Partizan’da açan Acie Law transfer edildi. İlginç olan bu iki transferin de yetersiz görülen hatta sorgulanan transferler olmalarına rağmen duble şampiyonluğa giden yolda beklenenden daha fazla katkı verecek olmalarıydı.

Top 16 maçları sürerken yolu önce Abdi İpekçi’ye düşen ancak efsanevi bir mücadele sonunda Galatasaray’a boyun eğen Olympiakos, CSKA’nın ardından 2.lik mücadelesinde belki de dengeleri en çok etkileyecek maç için tekrar Sinan Erdem Spor Salonu’na geldi. 3. maçlar sonunda diğer 3 takım içinde şanslar eşit gözüküyordu ancak; Pire’deki maçta en son periyottaki basit hatalar sonucu yenilen Efes’in kendi evinde bu maçı alarak grupta avantajlı bir konuma geçmesi muhtemel gözüküyordu. Maç öncesi olası bir puan eşitliğinde öne geçmek için averaj hesapları yapılırken maç başından sonuna kadar Olympiakos’un önde olduğu ve Efes’in geriden gelerek rakibini yakalamaya çalıştığı bir karşılaşma izledik. Son dakikalarda tribünlerin çoğu dışarı çıkarken Olympiakos’u da rehavete kapılmasının etkisi ile aradaki fark kapandı. Ancak, hem son hücumlarda sorumluluk alarak zor üçlükler yollayan Vujacic’in kolay bir faul yapması hem de son hücumu savunma yerine atmaya karar vererek maç boyu olduğu gibi plansız bir üçlüğün kaçmasıyla maçın bitmesine sebep olan Ufuk Sarıca’nın tercihleri sonucunda maç bitiminde Anadolu Efes grupta devre dışı kalmıştı. 1,5 ay önce Sinan Erdem’den sorunları büyüterek ayrılan Olympiakos bu sefer buradan mutlu edici bir sonuçla ve daha da önemlisi umut verici bir şekilde istediği oyunu oynamış halde dönüyordu. Gruplar sonunda tek galibiyette kalan Efes ise o galibiyeti de Galatasaray’dan alında 2 Türk takımı da grupta çaptan düşmüş oluyordu. O galibiyetin de yine Sinan Erdem’de olduğunu eklersek bu salonun Olympiakos için önemini anlamak daha da kolaylaşıyordu. Ancak; bu şekilde çeyrek finale çıkan takım için bu salonun hikayesi burada bitmeyecekti.

Bütün sezon olduğu gibi çeyrek final serisinde de beklentinin üzerine çıkan ve Siena’yı 3-1 ile geçen Olympiakos’un yolu Final-Four için tekrar Sinan Erdem Arena’ya düştü.2011-2012 sezonu için İstanbul’a 5., Sinan Erdem’e 3. geliş  olan bu son uğramada zaten bu noktaya gelmesi beklentileri aşarak sürpriz derecesine çıkan takımın hedefi ‘underdog’ olmanın avantajını kullanmak ve bu yolla ‘sürpriz’ seviyesini aşarak küçük çaplı bir ‘mucize’ yapmaktı. Olası bir 3.lüğün dahi büyük sürpriz olacağı bir ortamda ilk adımda Barcelona karşısına çıktılar. Baştan sona önde götürdükleri maçı müthiş akıllı bir oyunla kazanmaları sonucunda zaten ‘büyük sürpriz’ adımı gerçekleşmişti. Cuma akşamı 2012 finalinin rövanşı alındıktan sonra Pazar akşamı ise işin geri kalan kısmının tamamlanması ile birlikte ‘mucize’ kavramının içi doldurulmuş olacaktı.

Euroleague’de 2011-2012 sezonunun kapanışı anlamına gelen final maçının ilk 25 dakikası beklenildiği gibi geçmiş ve CSKA Moskova skor ve oyun üstünlüğünü sağlamıştı. 28. dakikada 19 sayı olan farkın inanılmaz bir şekilde nasıl kapandığını ise anlamak maçın canlı izlenirken akılda kalan kısımları biz dahil çoğu kişiye yetmedi. Son saniyede Printezis’in tek elinden potaya doğru giden atış ‘mucize’nin gerçekleştiğini gösteriyordu. 97’den beri bekleyen kupaya beklenen kupaya belki de son yıllardaki en düşük yatırım ve beklentiyle girdikleri sezonda ulaşan takımın oyuncuları, sahipleri, yöneticileri ve hatta bazı tarafları bu anı kutlamak için Sinan Erdem’in parkeleri üzerindeydi artık. Kutlamalar ve sevinç gösterilerinden hemen sonra 2011-2012 sezonu Euroleague kupası ine aynı parkeler üzerinde Olympiakos’lu ellerin üzerinde havaya kalktı. Bu ana da yine sezon boyunca bu takımın yaşadığı önemli anlara sahne olan Sinan Erdem Arena tribünleri en yakından tanık oldular. Bu sayede bir sezonda farklı niteliklerde maçlar oynadıkları bu salon da Olympiakos’un tarihine geçmeyi ve hiç unutulmayacak anıların yaşandığı bir salon olarak hatırlanmayı hak etmiş oldu.

Tarihe baktığımızda İstanbul’da düzenlenen 1992 Euroleague Final-Four finalinin, futbolda 2005 Şampiyonlar Ligi finalinin de bu tarz tarihi olaylara sahne olduğu hatırlanacaktır. Ancak bu sezon bu sahnenin sadece filmin sonunda değil, ortalarında da bazı kırılma anlarına ev sahipliği yaptığını unutmamak gerekir. Yeni sezon kuralarına göre Ekim ayında Olympiakos takımı Anadolu Efes deplasmanına çıkmak için muhtemelen yine Sinan Erdem Arena’ya gelecek. Bakalım bu geliş de mevcut hikayenin devamına ya da yeni bir hikayenin başlangıcına sebep olabilecek mi hep beraber göreceğiz.

6 Ekim Tarihinin Önemi

Basketbol dünyası ile ilgili kişilerin bildiği üzere Ekim ayının başları takımlar için tam anlamıyla hazırlık dönemine denk gelir. Öyle ki eğer var ise Eurobasket finalleri veya elemeleri, Dünya Şampiyonası, Olimpiyatlar vb. milli organizasyonlar bitmiştir. Eylül ayının sonlarını da kapsayan bu süreçte tam kadro çalışma fırsatı bulan takımlar yerel veya uluslararası kupa elemeleri de başlamadan önce genellikle hazırlık kamplarının son devrelerinde diğer takımlar hazırlık maçları oynarlar. İşte 2011-2012 sezonunun hazırlık döneminin son evreleri de Eurobasket’in bitimiyle beraber gelmişti ve 1-2 Ekim tarihlerinde organize edilen Two Nations Cup için Türkiye’den Anadolu Efes ve Fenerbahçe Ülker takımlarıyla birlikte iki Yunan ekibi Olympiakos ve Panathinaikos da Abdi İpekçi Spor Salonu’nda boy göstermişlerdi.

Bu turnuvada Fenerbahçe’yi yenen ancak Efes’ten 25 sayı fark yiyen Olympiakos, ekonomik sebeplerden ötürü yıldızlarının çoğunu kaybetmiş ve son yıllardaki yatırımlar ölçüsünde büyüyen hedeflerini de kısmış durumda bir takımdı. Büyük hedeflerin yine hüsrana uğradığı bir sezon öncesinde de hazırlık kampının bir kısmını İstanbul’da geçiren ekip Merter’de Efes ve Olin Edirne ile hazırlık maçları oynamıştı. Two Nations Cup’ın bitiminde yine Efes tesislerinde hazırlıklarına devam eden takımın geri kalan programı şöyleydi: 3-4-5 Ekim Efes Merter tesislerinde antremanlar, 5 Ekim akşamı yine Merter’de Anadolu Efes ile hazırlık maçı, 6 Ekim sabahı Galatasaray Florya tesislerinde antrenman ve akşam Beşiktaş Akatlar Milangaz Arena’da Beşiktaş ile hazırlık maçı... Anadolu Efes ile Merter tesislerinde oynanan maçı da kaybeden Olympiakos’ta takımın bazı görevlileri dahi takımlarının bu sene Euroleague’e ilk turda veda edebileceklerini düşünürken muhtemelen tecrübeli koç Ivkovic’in kafasında daha farklı plan ve beklentiler bulunmaktaydı.

Günün anlam ve önemini belirten esas durum ise 6 Ekim akşamı hazırlık maçını oynayan diğer takımın kimliğiydi. Sezona sponsor sorunları ile giren, transfer döneminde çok ilginç şekilde Deron Williams transferi ile lokavt döneminde en büyük NBA yıldızlarından birini Avrupa’ya getiren, bunun yanında da kontratlarından kurtulmak için kendi oyuncularına günde 3 idman yaptıran (ki bu oyunculardan biri sezon ortasında takımı taşıyacaktı.) ve hatta D-Will’li kadrosu ile Eurocup elemesinde Dexia-Mons takımına elenerek Eurochallenge kupasına düşen Beşiktaş Milangaz. Tıpkı Olympiakos gibi onlara da kamuoyu pek güvenmiyor, tek olumlu ihtimal lokavtın sezon boyu sürmesi ile birlikte D-Will’in takımı bir yere kadar taşıması olarak gözüküyordu. Ancak, tıpkı Ivkovic gibi Ergin Ataman’ın da hedefi ve beklentisi bu kadar basit değildi.

6 Ekim akşamı oynanan hazırlık maçının sonucunda Akatlar’da Olympiakos BJK Milangaz’ı mağlup etti. Ancak, hazırlığını yaptıkları 2011-2012 sezonunun kazananları kesinlikle onlar oldular:

-Grup’ta şansı az görülen Olympiakos sırasıyla ilk tur grubundan 2. Olarak çıktı. Top 16’da da Efes’in bol ikramları ile birlikte 2. olarak çeyrek finale adlarını yazdırdılar. Çeyrek finalde ise Siena’yı saha dezavantajı ile elediler. Final – Four ve sonrası ise ayrı bir hikaye başlığı gerektirir. Euroleague kupasının kazanılmasının ardından yıllardır süren Panathinaikos egemenliğini kırarak Yunan ligini de kazanan kırmızıların tek eksiği Mart ayında yine yoncalara kaybettikleri Yunanistan Kupası oldu.

-Diğer taraf olan Beşiktaş Milangaz’ın durumu da malum; Eurocup’tan bir alt kupaya düşmek dışında bu sezon tüm turnuvalarda en üst noktayı yani kupayı gördü siyah beyazlılar. Üstelik takımın lokomotifi olarak görülen Deron Williams’ın Aralık ayı başında takımdan ayrılması, sakatlık sorunları ve ligdeki yabancı-yerli rotasyonu sıkıntılarına rağmen. 37 yıl sonra gelen ve daha önemlisi Fenerbahçe (Ülker) ve Efes egemenliğini kıran lig şampiyonluğu, derecesi eleştirilse de Avrupa basketbolunda Türkiye’ye gelen 3. Kupa olma özelliğini taşıyan Eurochallenge ve Türkiye Kupası Beşiktaş basketbol şubesi adına tarifi zor bir dengesizlikte seyreden sezonun ‘efsane’ seviyesine yükselmesini sağladı. Tabi ki başta Ergin Ataman olmak üzere teknik ve idari kadro ve sezon boyunca gelen-giden-oynayan oyuncuların da..

Kısacası sezon boyunca birçok oyuncu gel-giti yaşayan ve sezon başında kendilerine fazla verilmeyen şansları sezon içinde haklı şekilde artıran ve başarıya çeviren iki takım bu sezonda boy gösterdikleri toplam 6 kulvarın 5’inde mutlu sona ulaşmış oldular. 6 Ekim 2011 tarihi de bu 2 ‘müstakbel şampiyon’un kozlarını sezon sonundan farklı kadro tercihleri ile olsa da erkenden paylaştıkları bir unutulmaz gün olarak tarihteki yerini aldı.

Yeniden Merhaba


Sözü çok fazla uzatarak şişkin bir edebiyat gerek yok. Mayıs ayından beri ihmal ettiğimiz bu blog ilgilenenlerin tekrar dikkatini çekeceğini umduğumuz yazılarla şenlenmeye inşallah devam edecek...
Herkese sevgiler; saygılar...

10 Mayıs 2012 Perşembe

Final - Four 2012 : Olympiakos

Ülkelerini etkileyen büyük ekonomik kriz, sezon başında Yunan takımını da vurdu ve kısmi bir küçülmeye gittiler. 2009-2010 Euroleague sezonunun MVP’si Teodosic’i CSKA’ya, Yunan yıldız Papaloukas’ı Maccabi Tel-Aviv’e, müthiş Amerikalı guard Lucas Gordon’u Galatasaray’a kaptırdılar. Daha sonra yıl içinde basketbolu bırakacak olan Sloven yıldız Radoslav Nesterovic’i de serbest bıraktılar. Bu oyuncuların yerine Yunan Giorgos Printezis, yine genç yıldız adayı Yunan Kostas Sloukas, Amerikalı Acie Law ve Kyle Hines, Litvanyalı Martinas Gecevicius ve Makedon Pero Antiç gibi çok daha ucuz ve yeteneklerine şüphe ile bakılan oyuncuları kadrolarına dahil ettiler ama Sırp coach Dusan İvkovic’i ve takımın beyni Spanoulis’i takımda tutarak belki de sezonun kaderini değiştirdiler. İkinci bitirdikleri ilk turda Fenerbahçe Ülker'in altında yer alırken oynadıkları basketbol çok eleştirildi. İkinci turda ise Galatasaray ve A. Efes ile aynı gruba düştüler. CSKA’nın domine ttiği grupta Efes de erken teslim olunca iş Galatasaray M.P. ile oynanacak son 40 dakikaya kaldı. Son maçta biraz da tecrübe eksikliği yaşayan Galatasaray’ı yenerek -ama sadece averajla- sarı-kırmızılıların önünde yer aldılar ve son sekize kaldılar. 

Takımın buraya gelmesinde payı çok büyük olan Efes camiasını da anmadan geçmemek gerekir. Zira o noktaya kadar deplasmanda sadece Batum’suz Nancy’i yenebilien Olympiakos’a evinde yenilen Efes tek galibiyetini de Galatasaray’a karşı alınca Olympiakos’un bu noktaya gelmesinde önemli bir yardımcı görevi üstlendi diyebiliriz. Bu aşamada kimse son sekizde Olmypaikos’a rakipleri İtalyan temsilcisi Montepaschi Siena karşısında şans vermiyordu. Saha avantajı İtalyanlardaydı. Üstelik iki takım geçen sene yine son sekizde eşleşmiş ve o dönem için çok daha güçlü görünen ve saha avantajına sahip kırmızılar İtalyanlara 3-1 ile elenmişlerdi. Fakat kurt hoca İvkoviç’in müthiş tecrübesi burada da kendini gösterdi. İtalyanlar İvkoviç’in alan savunmasına ve hücumdaki pota altı yaratıcılığına çare bulamadılar. Boyalı alanda Hines’ın yıldızlaştığı ve Olympaikos’un rakibine büyük bir ribaund üstünlüğü kurduğu seri sonrası bu kez 3-1 kazanan taraf Olmypiakos oldu ve takım Final Four için İstanbul’da yerini ayırttı. Şimdilerde çoğu kimse Olympiakos’un Barcelona karşısında şansının az olduğundan bahsediyor ama maç günü Yunan temsilcisi hepimizi şaşırtacak bir sonuç alabilir ve Final-Four finalinde onları seyredebiliriz.

Final - Four 2012 : Panathinaikos

Son şampiyon İstanbul’a ünvanını korumak için geliyor. Toplam 6 Eurolegue şampiyonluğu bulunan Yunan devi , son beş yılda üç kez Avrupa şampiyonluğu kazanarak  ne kadar önemli bir basketbol ekolünü temsil ettiğini ispatladı. Panathinaikos bu yıl Eurolegue’in ilk turunu CSKA’nın ardından ikinci sırada bitirdikten sonra ikinci turda Fenerbahçe Ülker’le aynı grupta yer aldı ve başlarda zorlansa da tecrübesi ile bu grubu da (lider olarak) geçmeyi başardı. Geçen senenin Eurolegue finalisti iki takımın karşı karşıya geldiği son sekiz eşleşmesinde ise rakipleri  İsrail temsilcisi Maccabi idi. Tam bir basketbol şöleni ve coaching savaşı şeklinde geçen beş maç sonrası Yunan temsilcisi turu 3-2 ile geçti ve 2000’li yıllarda gelenek haline geldiği üzere final-four sahnesindeki yerini aldı. Yıllardır birçok önemli skorer guard ve oyun kurucular ile (Bodiroga, Lakovic, Spanoulis vs.)Avrupa’nın en iyi kısa rotasyonuna sahip takımlarından biri olan Panathinaikos’un  son yıllarda liderliğini Yunan milli takımını bıraktığını açıklayan (2011 final-four MVP’si) yıldız guard Dimitrios Diamantidis üstleniyor. Ayrıca Nick Calathes, Romain Sato, Kaimakoglou, Perperoglou, Jasikevicius ve Tsartsaris gibi başka önemli yeteneklere ve hücum silahlarına da sahipler.

Yine de şunu söylemek yanlış olmaz; yoncaları özellikle son iki yıldır farklı kılan, Diamantidis ve Calathes’in yönlendirdiği pota altı silahları. Amerikalı Mike Batiste Avrupa basketbolunun en istikrarlı uzunlarından birisi. Hem 5 numara için kısalarla uyumu mükemmel ve çok ideal bir pick&roll hücumcusu hem de savunmada pota altını karartan müthiş bir blok, box-out ve ribaund uzmanı. Obradoviç’in ellerinde inanılmaz bir gelişim gösteren Vougioukas sıradan bir uzun görünümünde iken kısa zamanda bir yıldız adayı haline geldi ve Pana pota altı gücüne önemli bir katkı yaptı. Henüz beklenen verimi veremeyen ama kritik maçlarda devreye girmeye başlayan Yugoslav kökenli Avustralya pasaportlu yıldız Alex Maric’i de ekleyince pota altı gücünü anlatmış oluruz sanırım.

Son olarak coach Zelijko Obradoviç’ten bahsetmemek olmaz. Panathinaikos dışında Partizan’a, J.Badalona’ya, Real Madrid’e Euroleague şampiyonlukları kazandırmış (toplam 8 Eurolegue şampiyonluğu), Yugoslavya milli takımına Dünya, Avrupa ve Olimpiyat madalyaları kazandırmış Sırp koçun kariyeri saymakla bitmez. Avrupa basketbolundaki en iyi koçlardan biri olan ve bireysel anlamda en çok şampiyonluğa sahip koç olan Obradoviç için İstanbul’un da önemli bir yer olduğunu söyleyebiliriz. 1992 yılında yine burada yapılan Final-Four organizasyonunu ilk koçluk yılında Partizan ile beraber kazanmıştı. Geçen sene de Barcelona  ile oynanan son sekiz maçlarında taktik becerisinin nelere kadir olduğunu tüm Avrupa’ya göstemiş ve herkesin takdirini bir kez daha kazanmıştı büyük koç.  Şimdi İstanbul’da karşılarında kupanın net favorisi CSKA var, ancak Rusların sürekli buralarda oynamaya alışkın Yunan takımına ve tek maçlı oyunlar için her zaman akıl almaz taktik planları olan koç Obradoviç’e karşı çok dikkatli olmaları gerekiyor.

Final - Four 2012 : Barcelona Regal

Son yıllarda ‘’yüzyılın takımı’’ denilen futbol takımından aşağı kalmayan bir basketbol takımına sahip olan Barcelona, Regal sponsorluğundaki organizasyonu ile son yıllarda hep zirvede yer aldı. 2009-2010 sezonunda Paris'te Olympiakos karşısında tarihlerinin ikinci Euroleague şampiyonluklarına ulaştıklarında futbol takımının bir yıl önce Avrupa’da elde ettiği başarıya ulaşmış Katalanların gururu bir takım vardı sahada. MVP guard Navarro’nun önderliğinde oynadıkları basketboldan herkes övgü ile bahsediyordu. Bir sene sonra evlerinde oynanacak Final-Four öncesi Euroleague’e daha güçlü bir kadro ile ve kesin favori olarak katıldılar. Sonuç tam bir hayal kırıklığı idi. Barcelona, son sekizde kurt hoca Obradoviç’in yönetimindeki Panathinaikos’a elenerek evindeki final-four’a katılamadı. Biri şampiyonluk, diğeri ise büyük bir hayal kırıklığı ile geçen son iki sezonun ardından Barcelona Regal daha dengeli bir kadro kurdu. Roger Grimau, Jaka Lakovic ve Ricky Rubio gönderilerek; Caja Laboral’den Marcelinho Huertas, Maccabi Tel-Aviv’den Chuck Eidson ve Gran Canaria’dan CJ Wallace transfer edildi. Guard ve forvet pozisyonlarında bir sezon önce göze batan uyumsuzluk giderildi. Eurolegue sezonuna da iyi başladılar. İk turu 10 maçın 9’unu kazanarak geçtiler. İkinci tur performansı ise daha da etkileyiciydi: 6’da 6 galibiyet. Üstelik bunu sayı-ribaund-asist sıralamasında hiçbir oyuncuları ilk beşe girememesine rağmen başardılar. Bu da Barcelona’nın ne kadar dengeli bir takım haline geldiğinin en önemli göstergesiydi. 

Son sekizde fazla zorlanmadan Rus Unics Kazan’ı 3-0 ile geçtiler ve adlarını final-four’a yazdırdılar. Her ne kadar coach Xavier Pascual’ın yetersiz olduğu ve bazı sıkışan maçlarda takımın fazlasıyla Navarro’nun eline baktığı söylenmeye devam etse de Barcelona, CSKA ile birlikte Final-Four'un favorisi konumunda. Yarı finalde 'underdog' olarak buraya gelen Olympiakos ile karşılaşacaklar ve olası yenilmeleri durumunda yine muhtemelen tüm gözler 'coaching farkı' konusuna yönelecek.  

Final - Four 2012 : CSKA Moskova

Final - Four'a geçilen 1988 yılından bu yana bu organizasyonda 10 kez Final-Four oynamış ve toplamda 6 kez de şampiyon olmuş Rus devi  60’lı yılların efsanevi Bochkarev’li, Volnov’lu  Kulkov’lu kadrosuna nazire yaparcasına bu sezona inanılmaz transferlerle başladı. NBA patentli Krstic, Krilenko ve Avrupa’nın yeni yıldız guardı Teodosic transfer edilerek Khryapa, Shved, Lavrinovic, Siskauskas, Gordon, Ponkrashov, Kaun gibi müthiş isimlerin yanına eklendiler. Başlarına da Litvanya’yı Avrupa şampiyonu yapan koç Kazlauskas getirildi ve bu kadro tartışmasız Euroleague’in bir numaralı şampiyonluk adayı haline geldi. CSKA da bu beklentinin altında ezilmedi, tersine rakiplerini ezdi. İlk grubu 10’da 10 galibiyet ile geçti ve rakiplerine ortalama 14,1 sayı fark atarak adeta dosta düşmana göz dağı verdi. Özellikle Krstic-Krilenko-Kaun’la sağlanan pota altı ütünlüğü, Teodosic kumandalı  pick&roll hücumları ve Shved –Siskauskas ikilisi ile gelen isabetli dış şutlar ile maçlar çoğu kez şova dönüştü. İkinci turda da tablo değişmedi. İki Türk takımı A.Efes ve Galatasaray M.P. ile aynı gruba düşen CSKA ilk üç maçı yine güle oynaya kazandı. Ancak  dördüncü maç Türk basketbol tarihinin en unutulmaz maçlarından birine sahne oldu. G.Saray M.P. hemen hemen her  pozisyonda  kendisinden fizik ve yetenek olarak çok üstün rakibini inanılmaz bir seyirci desteği ile yenerek bu devinde yenilebileceğini ispatladı. Sonrası ise CSKA’nın yeniden toparlanması ve rakiplerini tekrar ezmesi ile geçti ve grubu açık ara birinci sırada tamamladılar. 

Son 8’de karşılaşlarına sezonun G.Saray M.P. ile  masal kahramanlığını paylaşan takımı Gescrap Bilbao çıktı. Bask bölgesinin basketboldaki temsilcisi  mütevazi kadrosu ile özellikle evinde CSKA’YA direnmesine rağmen seri 3-1 ile bitti ve CSKA herkesin beklediği gibi İstanbul biletini fazla zorlanmadan aldı. Şimdi İstanbul’da oynayacakları Panathinaikos maçını bekliyorlar ki, normal sezonda birinci turda aynı grupta yer alan iki takımın maçlarında CSKA rakibini hem içeride hem dışarıda yenmişti. Hemen herkes tarafından sezon başından beri favori gösterilen takımın bu baskıyı nasıl kaldırabileceği ve daha da çok yarı finalde Obradovic'in muhtemel tuzaklarına düşüp düşmeyeceği merak konusu.

Euroleague Final - Four 2012 İstanbul Başlıyor !

Hepimizin yıllardır beklediği ve artık gerçekleşmesini istediğimiz Euroleague Final-Four 2012 organizasyonu nihayet yarın resmi olarak İstanbul’da başlıyor. Zaten birçok resmi organizasyon günler ve haftalar öncesinden başlamıştı diyebiliriz ancak dün akşam saatlerinde takımların da İstanbul’a gelerek otellerine yerleşmeleri sonucu son aşamaya gelinmiş oldu. İsterseniz ilk başlarda yaşanan ilginç gelişmeler ile daha farklı hale gelen bu sezonun başlangıcından itibaren gelişimine bir göz atalım.

2011-2012 NBA sezonunun lokavt sebebiyle geç başlayacağının belli olması ile birlikte Avrupa basketbolunda önemli bir kan değişikliği yaşandı. Bizler için Final-Four’un İstanbul’da yapılacak olması nedeni ile zaten heyecan verici bir sezon olacağı kesindi. Üstüne üstlük Galatasaray Medical Park’ın sürpriz çıkışı ve ön elemeyi geçmesi ile ilk kez üç takımımızın Euroleague’e katılacak olması heyecanı iyice arttırmıştı. Ancak NBA’deki lokavt kararı ile birlikte beklenmedik bir şekilde NBA yıldızları Avrupa takımlarına yağmaya başlayınca, hem de sadece Avrupa menşeili olanlar değil, NBA şovunun en önemli parçaları da Euroleague sahnesine göz kırpınca, tüm dünyada gözler bu sezon Avrupa arenasında yarışacak takımlara çevrildi.  Bu yıldızlardan Deron Williams Beşiktaş Milangaz’a, Tony Parker Fransız Asvel’e, Kevin Seraphin İspanyol Caja Laboral’a, Nicolas Batum Fransız Nancy’e, Jordan Farmar İsrail’den Maccabi Tel Aviv’e gelerek lokavt bitene dek geçerli olacak sözleşmeler imzalamış ve Euroleague’in çehresini değiştirmişti. Öyle ki gelen oyuncu sayısı toplamda 20’yi geçmişti. Dönemlik sözleşme yerine kontratsız olması sebebiyle Avrupa'da bu sezonluk 'kalıcı' olmayı seçen en büyük yıldız olarak da CSKA'ya giderek takımına hedef büyülten Andrei Krilenko'yu gösterebiliriz.

Bu değişim birçoklarını mutlu etse de benim gibi Avrupa’da oynanan ‘’sofistike’’ basketbolu NBA şovlarına tercih edenler duruma şüpheyle yaklaştılar. Bazı takımlarda kısa süreliğine takımın dengesini bozabilecek bu oyunculardan uzak durdular ama NBA sezonun tamamen iptal edilmesi ihtimali nedeni ile (bu yıldızların sezon boyu kalacağı söylentisi başlayınca), ilk etapta NBA yıldızlarına mesafeli yaklaşan takımlar da benzer arayışlara girdiler. Ancak Aralık ayı sonuna doğru lokavt bitince yıldızların büyük çoğunluğu evine döndü ve Avrupa basketbolunu sevenler eski, güzel ve dengeli oyunlarına kavuştular.

Ülkemiz takımları açısından baktığımızda ise Euroleague’deki 3 takımımız ilk turu geçmeyi başarsa da özellikle Anadolu Efes yaptığı büyük yatırımların karşılığını yine alamadı ve ikinci turda Fenerbahçe Ülker ve Galatasaray Medikal Park’la beraber turnuvaya veda etti. Böylece şehrimizde yapılacak Final-Four organizasyonuna yine takım yollayamadık.  A. Efes’in devasa bütçesini yine verimli kullanamaması, F. Bahçe Ülker’in hatalı yabancı tercihleri, basit coaching hataları vs. derken yine bir sezon ahlarla vahlarla yitip gitti denebilir.  Bu konuda yazılacak çok şey var ama bunun yerine bizim başaramadığımızı başaran takımları mercek altına almak ve sizlere onların sezon hikayelerini genel hatlarıyla anlatmak istedim. İstanbul’da konuk edeceğimiz, 2012 Final-Four’una katılacak dört takımla ilgili basit yazıları sırayla paylaşacağım. Ama öncelikle son yayınlanan tanıtım videosunu izleyerek biraz daha havaya girelim.

7 Mayıs 2012 Pazartesi

Basketbol Dışı !

Söyleyecek çok şey var ama, sadece dün gecenin özeti bile herşeye yeter : Futbol konusunda sadece Fenerbahçe'nin başarılı ve hakeden oyunuyla haftaya şampiyonluğa gideceğini düşünmekle beraber; Emre'ye ırkçılık suçundan 3 maç ceza verip son maçta Trabzon taraftarının önüne atanları, Zokora ve Colman gibilerin Emre'yi haklı çıkarmaya çalışmalarını ve onları oyundan atamayan hakemi, futbol dışı gelişen bütün taraftar olaylarını, eninde sonunda bir şekilde sezonun sonunu FB-GS maçına bağlayarak bu sezonun zararını karşılamayı garantileyen ve tüm sattığı paketlerin boşa gitmemesi adına sevinen LİG TV ve ona bu imkanı sağlamak için var güçlerini sarfeden TFF'yi, Aziz başkandan habersiz şike yapan yöneticileri, kendi kendine şike yapan İbrahim Akın'ı, bu kararları veren yöneticileri, hala bu kararlardan sonra boşuna içeride yatan Aziz başkanı, Gs maçında kalp krizinden ölen vatandaşımızı, bütün olayları elinden geldiğince durdurmaya çalışan ama gücü yetmeyen Şenol Güneş'i, gece ikiye kadar kendi kanallarında dahi bahsedilmeyen ve kaliteli geçen BJK Milangaz-FB Ülker maçından bahsetmeyenleri ve son olarak tarihte ilk defa olimpiyatlara katılan Kadın milli voleybol takımımıza verilen (verilmeyen) değeri gördükten sonra, bu zamana kadar bu ülkede birçok futbol maçına gitmiş ve sürekli futbol maçı izlemeye çalışan birisi olarak kendimden utandım.
Eklemek istediğim en azından olumlu bir şey var : Türkiye'de halen futbolun kaliteli, zevkli ve sahanın içinde oynanmaya çalışıldığı bir alan görmek isteyenler Süper Final Avrupa Ligi maçlarına baksın. Tam olmasa da Bank Asya Ligi de buraya dahil edilebilir. Haftaya FB-GS gerginliği yerine İBB-Bursaspor maçını izlemek çok daha mantıklı gibi geliyor.
Bu saydığım kötü duruma nazaran halen samimiyete ve iyi niyete sahip olan insanların içinde daha fazla bulunduğuna inandığım ülkemizin basketbol dünyasında da bu felaket duruma benzemeye başlayan bazı olayların ortaya çıkması maalesef her geçen gün bir basketbol sevdalısı olarak beni korkutmakta. Sezon sonunda yaşanan Trabzonspor-Olin Edirne gerginliği dahi 'futbollaşma'ya giden sürecin bir parçası olarak beni ve birçok kişiyi üzmeye ve korkutmaya yetmiştir diye düşünüyorum. Neyse ki kısa süren bu olayların şimdilik üstü kapatılmış gibi oldu ancak play-off başlangıcı ile birlikte dünkü maç sonu haklı veya haksız olarak bazı yöneticilerin ağzından dökülen sert sözler tekrar o korkuyu gün yüzüne çıkardı. Umarız ki ülkemiz futbolunun zaten her geçen gün yeni bir dip gören durumuna karşın basketbolumuzun mümkün olduğunca en azından daha fazla aşağıya inmesi engellenebilir. Burada sorumluluğun sadece hep ağızda dolaşan ve klişe haline gelen 'futbol seyircisi'nin değil, yönetimsel seviyeyi de aşağıya çeken 'futbol yöneticisi'nin de mümkün olduğunca basketbolu aşağıya çekmesini engellemeye çalışan ve hatta basketbolla beraber bu kurum ve kişilerin kendi seviyelerini yükseltmeye çalışan aklıselim taraftar ve yöneticilere düştüğüne inanıyorum.
                                                                                                                                                                               

27 Nisan 2012 Cuma

T-Mac Hala T-Mac !


Kimilerine göre Hawks yönetimi ona boşu boşuna para ödüyor, sadece ismi ile birlikte bu kadroda yer bulabiliyor ve hatta aldığı süreler çok kısıtlı da olsa o süreyi koç daha faydalı veya gelecek vadeden isimlere vererek daha değerli kullanabilir. Ama işin önemli noktası şu ki özellikle bu oyuna ilgi duymaya 2000'li yılların başında sağlıklı olarak başlayan kişilerin gözünde halen onca sakatlıktan sonra onu oyunda ve smaç yaparken görmek çok mutlu edici ve insanı farklı duygulara götüren bir durum. Bu akşam yaptığı şey de tam olarak buydu denilebilir. Atlanta forması altında normal sezonu 51 maçta 5.3 sayı 2.9 ribaund 2.1 asist ortalaması ile tamamladığını da ekleyelim. 

21 Nisan 2012 Cumartesi

Git Artık Taurasi !


Söylediğimiz gibi, artık gitmenin zamanıdır Taurasi. Dee, Diana hangi isimle çağırırsak çağıralım seni ama artık yolun açık olsun. Sen buralara, bizim basketbolumuza, bizim kültürümüze fazla geldin çünkü. Sen de farkındasındır; muhtemelen Avrupa'da geçirebileceğin en kıymetli 2 seneyi çöpe atmış sayılırsın, neyse ki en azından bu seneyi sağlıklı ve 'suçlanmamış' tamamlayabildin. Ha son günlerde çıkan 'parmak' temalı fotoğraflara da pek takma, bu ülkede basketbolda olsun futbolda veya başka alanlarda olsun kimlerin yaptıkları unutuldu, kimler affedildi, güzel hatırlandı. En azından kimseye 'pis zenci' demedin, takım arkadaşınla dövüşmedin, rakip oyunculara saldırmadın, rakip oyuncu yerdeyken hızlıca oyuna devam etmedin...bu liste böyle uzayıp gider. Buradan ayrıldığında ne sen dünyadaki en iyi kadın basketbolcular arasındaki yerini kaybedeceksin, ne de WNBA'da takımının ve senin iddialarınızda bir azalma olacak. Muhtemelen yazın burada kıyasıya kapıştığın Angel ile de omuz omuza olimpiyat şampiyonu olacaksınız, Fowles, Charles, Augustus veya Parker'la olacağı gibi. Ve hatta anlatacaksınız birbirinize güzel anılarınızı, yolu buraya düşmesi muhtemel olan Moore'a İstanbul'u tanıtacaksınız, boğazı, ne kadar eğlenebileceğini, Rusya'nın soğuk havasından kat kat güzel olduğunu vs. vs.

Aslında 2010 yazında herşey çok güzel başlamıştı. Yıllardır bu branşta büyük yatırımlar yapan ancak bir türlü Avrupa'da çeyrek finalin ötesine geçemeyen Fenerbahçe büyük bir adımla yıllardır belki de tek ihtiyacı olan 'maç değil, seri kazandıran yıldız'ı sonunda kadrosuna katabilmişti. Öyle ki kadın basketbolunun Kobe'si, son 4 yılda Spartak'la bu kupayı kazanmış, WNBA'de şampiyonluk ve MVP'liklere sahip ve daha önemlisi başlı başına bir marka olan Taurasi'ydi gelen. Yakın arkadaşı Penny Taylor ve Avrupa'da kazanmayı bilen bir koç Ratgeber de buradaydı üstelik. Deplasmanda kazanılan Ekaterinburg maçı bu sezon birşeylerin değişebileceğini adeta gösteriyordu. Ama olmadı, tam sezonun ortasındayken Taurasi ile ilgili Hacettepe Üniversitesi'nden gelen 'doping' kararı bir anda herşeyi değiştirdi. Bu lekeyi aklının ucundan bile geçirmeyen Dee gitti. Aynı konuda çıkacak bir sansasyona dahi izin vermeyen Taylor de aynı şekilde. Büyü bozulmuştu bir kere, sadece Türkiye değil Dünya bu olayı konuşuyordu. Uzun süren araştırmalar sonucunda ortada doping filan olmadığı anlaşılması bu sefer Türkiye'nin imajını tamamen çökertti. Dünya'nın en iyi oyuncusunu yoktan bir doping kararı ile kaçırtmıştık işte. Bu karar sonrası hala oradakiler görevlerine devam ettiler ancak kurumun doping kontrol yetkisi de elinden alınmış oldu. Hedeften bir anda sapan Fenerbahçe bir büyük transferle Angel'i alsa da takımın form tutması sezon sonunu buldu ve elde kalan üst üste 6.lig şampiyonluğuydu. Avrupa'da yine bir çeyrek final vedası yaşandı ve sürpriz şekilde kupayı alan Avenida herkese derin bir 'Ahh...' dedirtti.

Hedefi gerçekten Avrupa olan bir takımın yapması veya asla yapmaması gerektiği gibi Ratgeber'le yolları ayıran Fenerbahçe yeni sezonda Dee'yi geri getirmek için çok uğraştı. Ancak Penny'nin Fenerbahçeye geri gelmesinin ardından büyük yıldız şok bir kararla Galatasaray tarafına geçmişti. Ortada dönen büyük paraların gerçekliği var mı bilmem ama kadrosunda Fowles, Charles, Prince ve Alba Torrens'i bir araya getiren Galatasaray MP takımınının hedefi de artık direkt olarak Avrupa şampiyonluğu oluyordu. Ancak ortada buna gerçekten inanan tecrübeli bir yönetim ve oturmuş bir düzen olmayınca üstüne ek olarak gelen önemli sakatlıklar Dee'nin yüzünü burada da güldürmedi. Pota altında kadın basketbolunun Shaq ve Duncan'ı olarak gösterebileceğimiz ikiliye top indirtemeyen bir koçla bu iş olamazdı zaten...Birçok maç artık 'Ver Dee'ye yaz deftere' şekline girince o da her maça aynı yüzdeyle karşılık veremedi. Sezon başında ve ortasında kazanılan iki kupa Dee'nin Türkiye macerasını özetleyen kupalar oldu maalesef. Hırsını ve belki de sinirini de Final Eight'te 5.maçının son hücumunda Augustus'un üzerinden attığı basket sonrası topu ayağıyla degajlayarak 'anlayanlara' gösterdi. Sezonun son şansı olan lig finallerinde oturmuş kadro ve kazanma alışkanlığına sahip Fenerbahçe'ye karşı adeta tek başına direndi, direnmek zorunda bırakıldı. Hatta karşısına adeta düşmanı sayılan Pondexter çıktı, sinirlendirildi, son ana kadar mücadele etti. Ama özellikle son maç attığı 32 sayı, yaptığı enfes blok, kazanma hırsı derken onun da bir insan olduğu gerçeği su yüzüne çıktı. En çok da Galatasaray kenar yönetimine doğru...

Şimdi en kolayı sezon içinde yaptığı hareketlere, hakemle oynamasına, parmak hareketlerine olayları bağlamak ve 'zaten karaktersizdi abi, iyi oyuncu olmak yetenekli olmaktan ibaret değil' demek aslında. Ancak bu kişiliğin son sene bu hale gelmediği gerçeği ve WNBA'de dahi kavgalarıyla meşhur olan 30 yaşındaki bir oyuncunun bu tür söylemlerle uğurlanması akıllara birkaç soruyu getiriyor. Ya geçen sene Fenerbahçe'den olaylı ve yalanlı bir şekilde ayrılmak zorunda kalmasaydı ? Ya bu seneki efsane kadroyu daha verimli kullanan bir kenar yönetimi, kazanma alışkanlığını birkaç yıl içinde öğrenmeye başlamış olan bir yönetim olsaydı ? Ve bunların doğrultusunda, 'başarılı' olabilme fırsatı kendisine daha fazla tanınabilseydi ? Son olarak : Avrupa'ya adım attığı 2006'dan beri başarıdan başarıya koşan bir oyuncu neden sadece bu iki sene başarılı olamadı diye bir sormak gerekmez mi ?
  

18 Nisan 2012 Çarşamba

Olmadı...


16 Nisan Pazartesi akşamı Ankara Arena'da oynanan Türk Telekom - Anadolu Efes karşılaşmasının sonucunu gören herkes öncelikle ister istemez bir şaşkınlığa uğradı. Uzatmaya giden maçı Türk Telekom kazanmıştı ve rakibi Galatasaray MP'nin kaybettiği haftada liderlik hesaplarını bırakmamak isteyen Efes'in adeta elini kolunu bağlamıştı. Tabi burada maçın birçok detayıyla ilgili konuşacak şey çok : ligin en 'ilginç' takımı ve organizasyonu olmaya yıllardır oynayan Türk Telekom'un deplasmanda kazandıkları Fenerbahçe Ülker maçının yanına ilginç bir sürpriz daha oldu bu maç ama zaten kadrosunda bunca tecrübeli ve kaliteli yıldızı olan takımın play-off'a halen bir adım geride olması başlı başına 'ilginç' olmaya yetiyor. Efes cephesinde ise Zouros'un gelişinden beri adeta hiç bir 'önemli' maç kazanılamaması da son umut olan lig şampiyonluğu kapısının da yavaş yavaş kapanmasına yardımcı oluyor gibi. Zira Zouros geldiğinden beri CSKA, Galatasaray, Beşiktaş, Telekom gibi takımlara kaybettiler. Neyse yazının başlığındaki kelimenin açıklamasına gelecek olursak : bu maçın bahsettiğim öneminden kat kat daha fazla önemli olmasını sağlayacak olan ve hatta lig tarihine geçmesini sağlayacak olayın resmiyet kazanamamasıydı olmayan. Normal sürenin son hücumunu Savanovic'in kaçırması ile ribaundu alan Jasaitis kendi potasının altından tek elle topu karşı potaya gönderdi ve atış hiç teraddüt etmeden potadan içeri girdi. Ortalığı kaplayan bir anlık sevinç ve maçın kahramanı D-Wash'ın futbolda Agahowa, Martins örneklerinden hatırladığımız taklalarla karşı potaya doğru gitmesi şimdiden hatıralara kazındı ancak tekrar bakıldığında Jasaitis'in sadece saniyenin yarısı veya daha az bir farkla geç kalması atışın resmiyet kazanmasını engelledi. Bu anı hatırlamak veya görmek isteyenler için elimizde bulunan iki videodan birisi yavaşlatılmış halde, diğeri de televizyon çekimi ama olsun en azından hatıralara girebilmesi adına yeterli kaynaklar.   Yavaşlatılmış olan video da burada. 

15 Nisan 2012 Pazar

Büyük Maç Kazanamıyor mu Demiştik ?

Türk basketbol tarihinde çok genç yaşlardan beri hizmet etmeye başlayarak bugün 44 yaşında olmasına rağmen kendini unutulmaz karakterler arasına koyduran Oktay Mahmuti, hemen hemen tüm çevreler tarafından gördüğü saygının yanında Galatasaray taraftarları gözünde şimdiden 2. 'İmparator' ismiyle anılan hoca olarak anılmaya başladı. Son olarak Fenerbahçe Ülker maçında tribünlerden sahaya gelen yabancı maddelere karşı yıllardır hiç bir faydası olmayan resmi anonslardan iki tanesini Yalçın Dümer okurken mikrofonu elinden alarak tribünleri kendi sesiyle uyarması Türk spor tarihinde eşine az rastlanacak ve bir milat sayılabilecek bir olaydı diyebiliriz. Kısacası sadece saha içine yansıttıkları değil saha dışında yaptığı doğru hareketler ve karşısında olsun olmasın herkese karşı duyduğu samimiyetle beraber 'keşke bir tane değil birkaç tane olsa Türkiye kazanır' denilecek cinsten bir kişilik kendisi.

Neyse bu kadar ekstra yorumdan sonra teknik açıdan önemli olan konuya gelebiliriz. Geçen sezon başladığı önemli yapılanma hamlesinin meyvesini beklenmeyen şekilde ilk yılda almaya başlayan Galatasaray'da bu sezonun daha da iyi olacağı gün gibi aşikardı zaten. Sezonu erken açan takımın Euroleague yapması, Cumhurbaşkanlığı Kupası zaferi derken gümbür gümbür gelen bir Galatasaray bekliyordu herkes sezon ortasında da. Ancak bu iki önemli zaferden sonra takım biraz durağanlaştı ve bozuk sesler yavaş yavaş ortaya çıkmaya başladı. Avrupa'da hedef maçlar olarak belirlenen Prokom ve Olimpija maçlarından firesiz ayrılınması ancak çok yaklaşılan Kazan, Barcelona ve Siena zaferlerinin yanısıra ligde alınan Anadolu Efes, Beşiktaş Milangaz ve Fenerbahçe Ülker mağlubiyetleri ile birlikte takımın büyük maçlar için halen yeterli tecrübe veya dirence sahip olmadığı konusunda görüşler ortaya atıldı. İşin ilginci bu noktada takımın bu mağlubiyetler dışında yenilgisiz şekilde yoluna devam etmesiydi. Sonuç olarak Top 16'nın ilk maçındaki Efes ve Türkiye Kupası'nda alınan Beşiktaş mağlubiyeti ile bu görüş daha sesli biçimde söylenmeye başladı. Galatasaray ve Oktay Mahmuti 'büyük' maçları kazanmakta halen yeteri kadar başarılı değil miydi ?

İşte ne olduysa o dönemden sonra oldu. Aslında ilk ayağını Türkiye Kupası öncesi alınan tarihi Olympiacos galibiyeti olarak görebileceğimiz seriyle birlikte sırayla CSKA, Anadolu Efes (2 kez), Banvit deplasmanı, Beşiktaş Milangaz ve son olarak Fenerbahçe Ülker galibiyetleri Galatasaray hanesine yazıldı. Euroleague'de son maçta çeyrek finalin kapısından dönen takım ligde de sadece Antalya BŞB karşısında inanılmaz şutlar ile bir maç kaybetmişti, ta ki bu akşam Mersin BŞB maçında 2 uzatmalı maça kadar. Sonuç olarak sezonu erken açmanın da etkisiyle sezon ortasında hafif bir duraksama dönemine giren ve bunu atlattıktan sonra önüne geleni devirerek liderliğe yükselen bu takımın şampiyonluk yolunda en büyük favori olduğu bir çok çevre tarafından onaylanmakta. Ve artık kimsenin 'Büyük maçları kazanamıyorlar' veya 'Tecrübesizler' deme hakkı ve lüksü de kalmadı. En azından Türkiye sınırları içerisinde...

Foto : Sporx.com

27 Mart 2012 Salı

Euroleague Women Final Eight 2012 Canlı Yayın Programı

Umduğumuz gibi bir şölen olmasını beklediğimiz Final Eight maçlarının yayın konusunu çok merak ediyordum açıkçası. Malum Ntv-Ntvspor grubunun bu organizasyona yer ayıracak ne ekibi ne de canlı yayın dilimi kalmıştı. Zaten şu anda bile iki kanal götürmeye çalışıyorlar Euroleague temposunu. Neyse ki Lig Tv ekibi bu işi ele aldı ve basketbolda Ntv hegemonyasını kırmak için bir adım daha atmış oldu. Başarılı şekilde verebilirler ise ileride halen standart bir canlı yayın kanalına sahip olmayan TKBL'yi de alabilirler belki kimbilir ? Akışı da şöyle verelim, sadece Türk takımları değil diğer maçları vermeleri de korkuları gideren bir yayın politikası olmuş, karasal yayın izleyicileri dışında diğer ilgililer de en azından Türk takımlarının maçlarını izleyebilecekler. Hayırlısı olsun diyelim. Final günü yayınları daha sonra belli olmak üzere ilk program şöyle :


28 Mart Çarşamba
13:00 Wisla Can Pack – Spartak MR Vidnoje-  Lig Tv 3
15:30 Ros Casares  – UMMC Ekaterinburg-  Lig Tv 3
18:00 Fenerbahçe – Beretta Familia-  SkyTürk 360
20:45 Rivas Ecopolis  – G.Saray MP-   SkyTürk 360

29 Mart Perşembe
13:00 Spartak Moskova – Ros Casares-  Lig Tv 3
15:30 UMMC Ekaterinburg – Wisla Can Pack- Lig Tv 3
18:00 Beretta Familia – Rivas Ecopolis- Lig Tv 3
20:45 G.Saray MP – F.Bahçe- SkyTürk 360

30 Mart Cuma
13:00 Ros Casares – Wisla Can Pack-  Lig Tv 3
15:30 Spartak Moskova – UMMC Ekaterinburg- Lig Tv 3
18:00 F.Bahçe – Rivas EcopolisSkyTürk 360
20:45 G.Saray MP – Beretta Familia- SkyTürk 360


Son olarak eklemek gerekirse tüm maçların canlı olarak Fiba Europe Tv'den yani www.fibaeurope.com adresinden de izlenebileceğini söyleyelim.

Final Eight Geldi Çattı !

Uzun zamandır kayda değer bir yazı yazamadığımızın farkında olarak en azından faydalı bir bilgi ile bu soğukluğu gidermek ve yeni yazıların önünü açmak istedim. Bilindiği üzere kadın basketbolunun Avrupa'daki 1 numaralı kupasının bu sezon ilk defa yapılacak şeklinde 8'li final organizasyonu İstanbul Abdi İpekçi Arena'da Galatasaray MP'nin ev sahipliğinde organize edilecek. Galatasaray'ın yanında Fenerbahçe de ülkemizin diğer temsilcisi olarak şampiyon olmaya çalışacak bu yarış içerisinde. Fotoğraftaki görüntü bir taraftarlık ibaresi olarak anlaşılmasın, kadın basketbolunda yakın zamanın ilk Avrupa kupası olarak Galatasaray'ın zaferini hatırladığımız için bu görüntüyü koydum. Fenerbahçe'nin de 2005'de bu kupada final oynadıktan sonra istisnasız şekilde bu sezona kadar 1. kupada çeyrek finalde elendiğini belirtmek gerekir. Umarız ki 1 Nisan 2012 itibariyle görüntüdeki gibi bir başarıyı ve mutluluğu iki takımımızdan bir tanesi şampiyon olarak, bir diğeri de finalde yer alan takım olarak yaşamış olur demek isterdik ama iki takımımız da statü gereği aynı grupta olduğu için en iyi ihtimal olarak 1.lik ve 3.lük mutluluklarını yaşayabileceğiz Türk basketbolu olarak.

Bu sezon Kaski'nin 2.kupayı finalde bırakmasından sonra bu haftaki organizasyon için de ekstra bir motivasyon gelmiştir diyebiliriz. Bu motivasyon hem 2.kupayı verdiğimiz Rus takımlarına karşı hem de temeli yazın oynanan Eurobasket Women'de (yine Rusya'ya kaybederek) elde ettiğimiz 2.lik ile atılan bu güzel sezonu bir Avrupa kupası ile taçlandırma amacı ile gerçekleşecektir umarız. Ancak ağır toplar olarak bu sezon da her sezonun mutlak favorisi olan Sparta&K ile birlikte yılların müzmin finalisti İspanyol Ros Casares'i unutmamak gerekir diye düşünüyorum. Neyse ki iki Türk takımını aynı gruba düşüren bu statü sonucunda bu iki takım da aynı gruba düştüler ve finalde oynayamayacaklar. Fenerbahçe ve Galatasaray'ın da bu iki favoriye oranla nispeten daha zayıf iki ekiple aynı grupta olması da büyük avantaj sayılabilir. Tabi Abdi İpekçi'de olması beklenen muhtemel Galatasaray tribün desteğini de unutmamak gerekir. Bence bu taraftar tarafından bu sezon talihsiz olaylar sonucu bu organizasyonda yer alamayacak olan Alba Torrens ve Gülşah Gümüşay için de özel bir organizasyon yapılmalı.

Son olarak belirtirsek final gününde bileti hazır olan bir kişi olmam sebebiyle canlı canlı aynı gün içinde aynı sahada birçok Avrupa ve WNBA yıldızlarını parkede izlemek benim gibi basketbol açları için tam bir ziyafet olacak. Özellikle eski formunda olmasa da Lauren Jackson'u Stepanova karşısında bir kez daha izlemek ve eski dost Augustus'u taraftarların nasıl karşılayacağını görmek şimdiden insanı heyecanlandıran detaylar. Diğer günler içinse TV yayını olarak Lig TV ailesinin bütün maçları yayınlama kararı mükemmel bir hareket olmuş. Hele bir de Murat Murathanoğlu'nun sesini duyduk mu olay tamamdır zaten ama umarız Skyturk 360'daki maçları ilginç iç prensipler çerçevesinde onsuz izlemek zorunda kalmayız. Şimdiden 4 günlük basketbol ziyafeti eğlenceli, başarılı ve mümkünse bizler için Kupa'lı olsun.

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...