21 Nisan 2012 Cumartesi

Git Artık Taurasi !


Söylediğimiz gibi, artık gitmenin zamanıdır Taurasi. Dee, Diana hangi isimle çağırırsak çağıralım seni ama artık yolun açık olsun. Sen buralara, bizim basketbolumuza, bizim kültürümüze fazla geldin çünkü. Sen de farkındasındır; muhtemelen Avrupa'da geçirebileceğin en kıymetli 2 seneyi çöpe atmış sayılırsın, neyse ki en azından bu seneyi sağlıklı ve 'suçlanmamış' tamamlayabildin. Ha son günlerde çıkan 'parmak' temalı fotoğraflara da pek takma, bu ülkede basketbolda olsun futbolda veya başka alanlarda olsun kimlerin yaptıkları unutuldu, kimler affedildi, güzel hatırlandı. En azından kimseye 'pis zenci' demedin, takım arkadaşınla dövüşmedin, rakip oyunculara saldırmadın, rakip oyuncu yerdeyken hızlıca oyuna devam etmedin...bu liste böyle uzayıp gider. Buradan ayrıldığında ne sen dünyadaki en iyi kadın basketbolcular arasındaki yerini kaybedeceksin, ne de WNBA'da takımının ve senin iddialarınızda bir azalma olacak. Muhtemelen yazın burada kıyasıya kapıştığın Angel ile de omuz omuza olimpiyat şampiyonu olacaksınız, Fowles, Charles, Augustus veya Parker'la olacağı gibi. Ve hatta anlatacaksınız birbirinize güzel anılarınızı, yolu buraya düşmesi muhtemel olan Moore'a İstanbul'u tanıtacaksınız, boğazı, ne kadar eğlenebileceğini, Rusya'nın soğuk havasından kat kat güzel olduğunu vs. vs.

Aslında 2010 yazında herşey çok güzel başlamıştı. Yıllardır bu branşta büyük yatırımlar yapan ancak bir türlü Avrupa'da çeyrek finalin ötesine geçemeyen Fenerbahçe büyük bir adımla yıllardır belki de tek ihtiyacı olan 'maç değil, seri kazandıran yıldız'ı sonunda kadrosuna katabilmişti. Öyle ki kadın basketbolunun Kobe'si, son 4 yılda Spartak'la bu kupayı kazanmış, WNBA'de şampiyonluk ve MVP'liklere sahip ve daha önemlisi başlı başına bir marka olan Taurasi'ydi gelen. Yakın arkadaşı Penny Taylor ve Avrupa'da kazanmayı bilen bir koç Ratgeber de buradaydı üstelik. Deplasmanda kazanılan Ekaterinburg maçı bu sezon birşeylerin değişebileceğini adeta gösteriyordu. Ama olmadı, tam sezonun ortasındayken Taurasi ile ilgili Hacettepe Üniversitesi'nden gelen 'doping' kararı bir anda herşeyi değiştirdi. Bu lekeyi aklının ucundan bile geçirmeyen Dee gitti. Aynı konuda çıkacak bir sansasyona dahi izin vermeyen Taylor de aynı şekilde. Büyü bozulmuştu bir kere, sadece Türkiye değil Dünya bu olayı konuşuyordu. Uzun süren araştırmalar sonucunda ortada doping filan olmadığı anlaşılması bu sefer Türkiye'nin imajını tamamen çökertti. Dünya'nın en iyi oyuncusunu yoktan bir doping kararı ile kaçırtmıştık işte. Bu karar sonrası hala oradakiler görevlerine devam ettiler ancak kurumun doping kontrol yetkisi de elinden alınmış oldu. Hedeften bir anda sapan Fenerbahçe bir büyük transferle Angel'i alsa da takımın form tutması sezon sonunu buldu ve elde kalan üst üste 6.lig şampiyonluğuydu. Avrupa'da yine bir çeyrek final vedası yaşandı ve sürpriz şekilde kupayı alan Avenida herkese derin bir 'Ahh...' dedirtti.

Hedefi gerçekten Avrupa olan bir takımın yapması veya asla yapmaması gerektiği gibi Ratgeber'le yolları ayıran Fenerbahçe yeni sezonda Dee'yi geri getirmek için çok uğraştı. Ancak Penny'nin Fenerbahçeye geri gelmesinin ardından büyük yıldız şok bir kararla Galatasaray tarafına geçmişti. Ortada dönen büyük paraların gerçekliği var mı bilmem ama kadrosunda Fowles, Charles, Prince ve Alba Torrens'i bir araya getiren Galatasaray MP takımınının hedefi de artık direkt olarak Avrupa şampiyonluğu oluyordu. Ancak ortada buna gerçekten inanan tecrübeli bir yönetim ve oturmuş bir düzen olmayınca üstüne ek olarak gelen önemli sakatlıklar Dee'nin yüzünü burada da güldürmedi. Pota altında kadın basketbolunun Shaq ve Duncan'ı olarak gösterebileceğimiz ikiliye top indirtemeyen bir koçla bu iş olamazdı zaten...Birçok maç artık 'Ver Dee'ye yaz deftere' şekline girince o da her maça aynı yüzdeyle karşılık veremedi. Sezon başında ve ortasında kazanılan iki kupa Dee'nin Türkiye macerasını özetleyen kupalar oldu maalesef. Hırsını ve belki de sinirini de Final Eight'te 5.maçının son hücumunda Augustus'un üzerinden attığı basket sonrası topu ayağıyla degajlayarak 'anlayanlara' gösterdi. Sezonun son şansı olan lig finallerinde oturmuş kadro ve kazanma alışkanlığına sahip Fenerbahçe'ye karşı adeta tek başına direndi, direnmek zorunda bırakıldı. Hatta karşısına adeta düşmanı sayılan Pondexter çıktı, sinirlendirildi, son ana kadar mücadele etti. Ama özellikle son maç attığı 32 sayı, yaptığı enfes blok, kazanma hırsı derken onun da bir insan olduğu gerçeği su yüzüne çıktı. En çok da Galatasaray kenar yönetimine doğru...

Şimdi en kolayı sezon içinde yaptığı hareketlere, hakemle oynamasına, parmak hareketlerine olayları bağlamak ve 'zaten karaktersizdi abi, iyi oyuncu olmak yetenekli olmaktan ibaret değil' demek aslında. Ancak bu kişiliğin son sene bu hale gelmediği gerçeği ve WNBA'de dahi kavgalarıyla meşhur olan 30 yaşındaki bir oyuncunun bu tür söylemlerle uğurlanması akıllara birkaç soruyu getiriyor. Ya geçen sene Fenerbahçe'den olaylı ve yalanlı bir şekilde ayrılmak zorunda kalmasaydı ? Ya bu seneki efsane kadroyu daha verimli kullanan bir kenar yönetimi, kazanma alışkanlığını birkaç yıl içinde öğrenmeye başlamış olan bir yönetim olsaydı ? Ve bunların doğrultusunda, 'başarılı' olabilme fırsatı kendisine daha fazla tanınabilseydi ? Son olarak : Avrupa'ya adım attığı 2006'dan beri başarıdan başarıya koşan bir oyuncu neden sadece bu iki sene başarılı olamadı diye bir sormak gerekmez mi ?
  

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...