23 Eylül 2012 Pazar

Beşiktaş Milangaz Efsanesi


2011-12 sezonu Türkiye basketbolu açısından gerçekten çok güzel ve farklı bir yıl oldu. Erkek basketbolu olarak konu sınırını daraltacak olursak; bu sezonu özel kılan takımın 37 yıl sonra Beko Basketbol Ligi’nde şampiyon olan ve 2000 yılından bu yana süregelen Efes-Ülker (FB Ülker) zirve çekişmesini kıran takım olan Beşiktaş Milangaz olduğunu söylemek yanlış olmaz. Üstüne üstlük bu takımın bu sezon yaptıkları ve başına gelenler sadece bu şampiyonluk ekseninde gelişen olaylar da değil. 2011 yazında daha sponsoru belli olmayan ve kapanma tehlikesi atlatan bir takımın arada gelip geçen yıldızlara ve yapısal revizyonlara rağmen sadece ligde değil kupada da şampiyon olması, bunun yanında Türkiye’ye basketbolda toplamda 3. Avrupa kupasını getirmesi gibi konular 2012 yazında hem ismen hem de cismen dağılan takımın bu 1 yıllık zaman dilimini ayrı bir şekilde irdelenmeye değecek seviyeye fazlasıyla getiriyor. İsterseniz 2011 Eylülü ile 2012 Temmuzu arasında geçen ve içinde D-Will, günde 3 idman, 7 kişilik rotasyon, Eurochallenge Kupası, Euroleague katılım hakkı gibi anahtar kelimeler barındıran efsanenin önemli kırılma anlarına bir göz atalım:
  
           1 Başlangıç Dönemi:
Hikayenin en başına dönecek olursak, 2011’in Temmuz ve Ağustos aylarında yaşanan sponsor krizini bir  başlangıç noktası olarak görebiliriz. 6 yıl süren sponsorluğun sona ermesi ile birlikte Beşiktaş Cola Turka ismi de tarih olmuştu. Bununla birlikte ortaya çıkan ekonomik sarsıntı sonrası eldeki oyuncuların büyük bir kısmı yollar ayrılmıştı. Takımın başında kalmaya devam eden koç Ergin Ataman’ın elinde yabancı oyuncu olarak   bir tek Marcelus Kemp vardı ve kalan yerli oyuncular olan Cüneyt Erden, Bekir Yarangüme ve Serhat Çetin’in de mevcut kontratlarından vazgeçmeleri için kendilerine insanlık dışı bir şekilde günde 3 idman yaptırılıyordu. Bu olay sadece vicdan sahibi ve basketbol ile ‘gerçekten’ ilgilenen kişiler tarafından görüldü ve maalesef çok ayıplanamadı. Ergin Ataman’ın yeni sezon için kafasındaki planları sekteye uğratan bu bekleyiş sonunda Beşiktaş kulübü başkanı Yıldırım Demirören’in babasının sahibi olduğu Milangaz firması ile anlaşıldı ve ‘Beşiktaş Milangaz’ ismi ile birlikte yeni sezon öncesi hazırlıkları resmiyete dökülmeye başladı.
   2-  NBA Süperstarı Türkiye’de:
Sponsor desteğinin de sağlanmasından sonra Beşiktaş Milangaz isminin sadece Türkiye değil dünya kamuoyunda öğrenilmesinin sağlayan olay gerçekleşti. Takımına büyük bir yıldız kazandırmak (veya hediye etmek) isteyen Demirören ekibinin yoğun çabaları sonucu NBA’de yaşanan lokavt dönemini boşta geçirmek istemeyen Nets’li süperstar Deron Williams Beşiktaş Milangaz ile anlaştı. Aralık başına kadar sürecek olan lokavt döneminde Avrupa’da oynayan en büyük yıldız olarak kabul edilen D-Will’in gelişi haliyle büyük sükse yarattı ve henüz kısa süre önce yapısal sıkıntılarla uğraşan takım bir anda iddialı bir takım haline geldi. 
  3-  D-Will gölgesinde Kalan Önemli Transferler:
Bu transfer sonrası koç Ergin Ataman’ın rotasyon planları da haliyle yeni durum ekseninde gelişti. D-Will kadar sükse yapmasa da değeri daha sonra anlaşılacak olmakla beraber David Hawkins, Ersin Dağlı, Zoran Erceg, Can Akın, Mehmet Yağmur gibi isimler de D-Will rüzgarının gölgesinde ve çok uzun olmayan bir süre zarfında kadroya dahil edildi. Sezonun ilk resmi maçı niteliğindeki Dexia-Mons maçı öncesi kadroda bir diğer lokavt oyuncusu Semih Erden de hazır bulunuyordu. (Aslında  bu transferin sebebi pivot mevki için anlaşılan Litvanyalı Petravicius’un Eurobasket’te sakatlanması sonrası kendisinden vazgeçilmesiydi.)
   4-  Toz Pembe Günler: 
Tüm gözlerin üzerinde olduğu bir takım haline gelen Beşiktaş Milangaz’ın maçları da haklı bir şeklide ilgi odağı haline geldi. Beklenmedik şekilde Eurocup’tan elenme hali biraz bu pembe tabloyu sarssa da ligde gelen bol sayılı ve farklı galibiyetler Beşiktaş’ın önemli bir şampiyonluk adayı olduğunu gösteriyordu.  Tabii ki burada büyük pay da D-Will’e aitti. Onun kumandanlığındaki hızlı oyun ve hem  sayı hem asiste yönelik bireysel performans süperstar oyuncunun gidişine kadarki dönemde yüksek galibiyet oranlı bir seri yakalanmasını sağladı. Sinan Erdem Arena’da oynanan FB Ülker ve D-Will‘in 50 sayı attığı Göttingen galibiyetleri kayda değer anılar olarak tarihe geçti. Lokavt döneminin daha da uzun süreceğine kesin gözüyle bakılması sebebiyle basında çıkan Kobe Bryant ve Kevin Durant transfer haberlerinin üzerine onlardan biri ile olmasa da Lakers’li yıldız oyuncu Lamar Odom’la anlaşıldığı haberi gündeme bomba düştü.  Bu transferin Beşiktaş’ı şampiyon ilan etmeye yeteceği görüşü iyiden iyiye kabul görmeye başlamıştı. Ne var ki lokavtın Aralık başı itibariyle biteceğinin açıklanması belki de en çok Beşiktaş Milangaz’ı ilgilendiren bir olguydu ve D-Will, Semih Erden gibi isimlerin yanında siyah beyazlı formayı hiç giyemeyen Lamar Odom’un da NBA sezonu için geri dönecek olmaları ile birlikte şampiyon adayı olarak gösterilen BJK Milangaz’ın da kısa süren bu pembe rüyadan uyanacağı görüşü son tahlilde hakim olandı. Ancak, hikayenin buradan sonraki kısmı daha da önemli hale gelecekti.
    5-   Lokavt Sonrası Yeniden Yapılanma:
Lokavt bitişi ile yıldızlarını kaybeden Beşiktaş Milangaz’da beklenenin aksine bir dağılış değil, kısa sürede transfer operasyonu gerçekleşti ve normal transfer döneminde dahi bulunması zor olabilecek oyuncular olan Pops Mensah-Bonsu ve Carlos Arroyo gibi kariyerli oyuncular kadroya dahil edildi. Bu hamleler NBA transfer döneminde pek dikkat çekmese de takımın başarıya giden yola tekrar girmesinde çok başarılı ve etkili oldu. Hırsı ve atletik hareketleri ile taraftarı coşturan Bonsu ve kariyerini haklı çıkartırcasına oyun zekasını sahaya yansıtan Arroyo bu yeni dönemde Hawkins, Erceg, Ersin Dağlı gibi oyuncularla birlikte 3 kupaya giden yolun temel taşları oldular.
   6 Can Sıkan Sakatlıklar ve 3+2 Sorunu:
Kadro dalgalanmaları sonunda tekrar ideal bir kadroya kavuşan takımda bu sefer rotasyonu zorlayan durumlar sakatlıklar ve ligdeki 3+2 yabancı sınırlaması oldu: Türkiye Kupası finalleri öncesinde Can Akın idmanda sakatlanarak sezonu kapattı. Zaman içinde Erceg, Ersin, Arroyo, Kemp gibi oyuncular da sıkça sakatlandılar ve çoğu maçta7 kişilik rotasyonla sahaya çıkan takım bu halde de önemli galibiyetlere imza attı. Sinan Erdem’de oynanan normal sezondaki Galatasaray galibiyeti bu takımın yeni karakterini ilk adımını kolay kolay pes etmemek olduğunu gösteriyodu. Bu karakter adımı sezon sonuna doğru rakipleri alt edecek ve şaşırtacak temel prensip olma seviyesine çıkacaktı.
   7-  Film Arası-Adam Morrison:
Bu kadar hızlı gelişen bir hikayeye kısa bir film arası verecek olursak; beklenilen katkı alınamayan veya bu yoğun tempoda arada ‘kaynayan’ bir transfer Adam Morrison’dan bahsedebiliriz. Lokavt döneminde gittiği Kızılyıldız’da bir kıpırdanma gösteren NBA şampiyonluk yüzüğü sahibi bench oyuncusu az sayıda maç süren Beşiktaş kariyerinde bazı başarılı maçlar oynasa da yabancı rotasyonu sıkıntısı veya İstanbul’a alışamama sebebiyle mi bilinmez play-off’lar öncesi takımda sessiz sedasız şekilde ayrıldı.
   8-   Başarı-Karakter-İnat-Hırs-Başarı ve Başarı...: 
Sezon boyunca nice badireler atlatan takımda koç Ergin Ataman ‘3 kupaya da talibiz’ dediğinde pek önem vermeyen kamuoyu da bu sese artık tekrar kulak asmıştı. Koç-oyuncu-taraftar bütünleşmesinin sağlanması ile rotasyon sıkıntılarına rağmen önce Türkiye Kupası kazanıldı. Kupa yarı finalinde son dakikalarına 10 sayı geride girilerek kazanılan Galatasaray MP maçı bir diğer karakter gösterisiydi.
Bu arada rotasyon sıkıntısı takıma sadece direnç değil, 16 yaşında bir point guard (Kartal Özmızrak) hem de sezon başında gitmesi beklenen bir role player (Serhat Çetin) kazandırmıştı. Sezon başında kaptanlığın verilmesini çoğu kişinin anlayamadığı David Hawkins bu takımın lideriydi ve kendisi ile beraber 5-6 arkadaşının her maç 30 dakika üstü süre almaları artık onlarda yorgunluk meydana getirmiyordu. Bu durum özellikle lig play-off’larında üst üste Fenerbahçe Ülker, Galatasaray MP ve Anadolu Efes’i geçerek şampiyon olurlarken rakiplerinin planlarını bozan temel etkenlerden biriydi.
Eurochallenge arenasında gelen şampiyonluk kimi çevreler tarafından önemli bir başarı olarak görülmese de yeni bir dönüm noktasıydı. Bonsu-Erceg-Hawkins-Serhat-Arroyo rotasyonun beraber oynadığında ne kadar verimli olduğu da Macaristan’daki Final Four’da görüldü. Öyle ki madem bu kupa önemsiz ve kolay bir kupaydı; neden bu zamana kadar Türkiye’ye gelmemişti ki? Neyseki BBL play-off’larının başlamasından ve özellikle FB Ülker’in 2-0’lık bir seriyle geçilmesinden sonra bu takımın 3’te 3 yapabileceğine olan inanç büyük bir kesime yayılmıştı. Akatlar’da oynanan Fenerbahçe maçında Arroyo’nun önce maçı uzatan sonra da galibiyeti getiren inanılmaz 2 şutu bu sezonun sihrini bir kez daha gözler önüne sermişti. Galatasaray MP serisinde kaybedilen tek maçın sonunda yine Arroyo’nun attığı 3’lüğün çemberden adeta girip geri çıkması da bu sihri bozamadı. Sanılanın aksine, bu rüzgara en çok direnen takım Efes oldu ancak 6 maçlık final serisinin sonucunda toplam sonuç tek tabirle özetlendi: ‘3’ü 1 Arada’
   9-  Beklenmeyen Son ve Kapanış:
Yapılmaz denileni yapan ve Türk basketbol tarihinin en ilginç sezon hikayelerinden birini yaşatan Beşiktaş Milangaz efsanesinin elde edilen Euroleague katılım hakkı ile birlikte bu sezon da devam etmesi bekleniyordu... Olmadı... Önce sona eren sponsorluğun uzatılmaması ile Milangaz ismi ve desteği takımdan ayrıldı; daha sonra ‘bu isim yoksa ben de yokum’ diyen Ergin Ataman...

Eylül 2012 tarihine geldiğimizde de karşımızdaki tabloda sponsorsuz bir Beşiktaş erkek basketbol takımı duruyor. Ergin Ataman; Ersin Dağlı ve David Hawkins Galatasaraya’a gitti. Birkaç isim dışında tamamen yeniden kurulan takımın başına geçen başarılı koç Erman Kunter sınırlı ekonomik destek ile nasıl bir kadro ortaya çıkartıp ne kadar başarı gösterebilecek hep beraber göreceğiz ancak; şu bir gerçek ki 2011-2012 sezonu tüm kırılma anları ve ilginç hikayesi ile birlikte ‘Beşiktaş Milangaz Efsanesi’ne sahne olması özelliği ile hatırlanacak.

Olympiakos ve Sinan Erdem Arena



2011-2012 sezonunda belki de uzun yıllar sonra Euroleague’de beklentilerin fazla olmadığı hatta sürpriz dahi sayılabilecek bir takım şampiyon oldu. Hikayenin tamamını anlatmaya gerek yok; zaten hem burada bahsettik hem de birçok farklı kaynakta Olympiakos’un beklentileri hep aşağıda tutarak sessiz ve derinden gittiği şampiyonluk yolu ile ilgili birçok yazı kaleme alındı. Bu yazıda bahsedeceğim konu bu masalsı yolculuğun önemli bir durağı olan ve birden fazla kez uğranılan Sinan Erdem Arena’nın bu yolculuğa olan etkileri ve dikkat çekici noktaları ile alakalı olacak:

2011-12 sezonunda hazırlık dönemi dahil toplam 5 kere İstanbul seyahati yapan Olympiakos’un yaptığı ziyaretlerden 2’si Abdi İpekçi’de, diğer 3’ü de Sinan Erdem’de oynayacağı maçlar içindi. Sezon başında organize edilen Two Nations Cup’ta mücadele eden Abdi İpekçi’ye diğer ziyaretini de tarihi bir kapışmaya sahne olan Galatasaray maçı için yapmıştı. Sinan Erdem’e yapılacak ilk ziyaret Aralık ayı başında oynanacak olan Fenerbahçe Ülker karşılaşması içindi.

Bu maça gelene kadar grupta işler pek istenildiği gibi gitmiyor ve herkesin herkesi yendiği bir duruma sahne olan A grubunda Olympiakos için gruptan çıkamama tehlikesi baş gösteriyordu. Sezon başında alınan Kalin Lucas, Matt Howard gibi NCAA’den gelme isimlerin takıma olan katkısı sorgulanmaya, takımın diğer bir kısmını oluşturan genç Yunan isimlerin de buldukları şansları yeterince iyi değerlendiremedikleri görüşü yayılmaya başlamıştı. Rakip FB Ülker de aynı sıkıntıları yaşayan bir başka ekipti ve bu maçı 2 takım da sıkıntıları geride bırakmak için bir dönüm noktası olarak görüyordu. Sezon başından beri takımı yalnız bırakan Fenerbahçe taraftarı salonu doldurmuş, geçen sezon yine burada alınan ve muhteşem giden sezonun sonunu getiren acı yenilginin rövanşını almak istiyorlardı. Maça gelirsek işler özellikle 2. yarıda FB Ülker’in istediği gibi gitti. Jerrels-Ukic ikilisinin yan yana verdiği verim ile sonlara doğru kopan maçta 16 sayılık fark ile kazanan Fenerbahçe oldu.

Bu ağır mağlubiyet Olympiakos adına bir şeylerin değişmesi gerektiğinin anlaşılması adına çok önemli bir dönüm noktası haline geldi. Dip noktayı gördükleri bu maçtan sonra ivme kazanan takım bütün işlerin son maça kaldığı grupta 2. sırayı aldı. Top 16 yıl öncesi de Lucas-Howard gibi isimlerden vazgeçilerek pota altı için çok önemli bir hamle olan Jerome Dorsey ve guard bölgesi için sezonu Partizan’da açan Acie Law transfer edildi. İlginç olan bu iki transferin de yetersiz görülen hatta sorgulanan transferler olmalarına rağmen duble şampiyonluğa giden yolda beklenenden daha fazla katkı verecek olmalarıydı.

Top 16 maçları sürerken yolu önce Abdi İpekçi’ye düşen ancak efsanevi bir mücadele sonunda Galatasaray’a boyun eğen Olympiakos, CSKA’nın ardından 2.lik mücadelesinde belki de dengeleri en çok etkileyecek maç için tekrar Sinan Erdem Spor Salonu’na geldi. 3. maçlar sonunda diğer 3 takım içinde şanslar eşit gözüküyordu ancak; Pire’deki maçta en son periyottaki basit hatalar sonucu yenilen Efes’in kendi evinde bu maçı alarak grupta avantajlı bir konuma geçmesi muhtemel gözüküyordu. Maç öncesi olası bir puan eşitliğinde öne geçmek için averaj hesapları yapılırken maç başından sonuna kadar Olympiakos’un önde olduğu ve Efes’in geriden gelerek rakibini yakalamaya çalıştığı bir karşılaşma izledik. Son dakikalarda tribünlerin çoğu dışarı çıkarken Olympiakos’u da rehavete kapılmasının etkisi ile aradaki fark kapandı. Ancak, hem son hücumlarda sorumluluk alarak zor üçlükler yollayan Vujacic’in kolay bir faul yapması hem de son hücumu savunma yerine atmaya karar vererek maç boyu olduğu gibi plansız bir üçlüğün kaçmasıyla maçın bitmesine sebep olan Ufuk Sarıca’nın tercihleri sonucunda maç bitiminde Anadolu Efes grupta devre dışı kalmıştı. 1,5 ay önce Sinan Erdem’den sorunları büyüterek ayrılan Olympiakos bu sefer buradan mutlu edici bir sonuçla ve daha da önemlisi umut verici bir şekilde istediği oyunu oynamış halde dönüyordu. Gruplar sonunda tek galibiyette kalan Efes ise o galibiyeti de Galatasaray’dan alında 2 Türk takımı da grupta çaptan düşmüş oluyordu. O galibiyetin de yine Sinan Erdem’de olduğunu eklersek bu salonun Olympiakos için önemini anlamak daha da kolaylaşıyordu. Ancak; bu şekilde çeyrek finale çıkan takım için bu salonun hikayesi burada bitmeyecekti.

Bütün sezon olduğu gibi çeyrek final serisinde de beklentinin üzerine çıkan ve Siena’yı 3-1 ile geçen Olympiakos’un yolu Final-Four için tekrar Sinan Erdem Arena’ya düştü.2011-2012 sezonu için İstanbul’a 5., Sinan Erdem’e 3. geliş  olan bu son uğramada zaten bu noktaya gelmesi beklentileri aşarak sürpriz derecesine çıkan takımın hedefi ‘underdog’ olmanın avantajını kullanmak ve bu yolla ‘sürpriz’ seviyesini aşarak küçük çaplı bir ‘mucize’ yapmaktı. Olası bir 3.lüğün dahi büyük sürpriz olacağı bir ortamda ilk adımda Barcelona karşısına çıktılar. Baştan sona önde götürdükleri maçı müthiş akıllı bir oyunla kazanmaları sonucunda zaten ‘büyük sürpriz’ adımı gerçekleşmişti. Cuma akşamı 2012 finalinin rövanşı alındıktan sonra Pazar akşamı ise işin geri kalan kısmının tamamlanması ile birlikte ‘mucize’ kavramının içi doldurulmuş olacaktı.

Euroleague’de 2011-2012 sezonunun kapanışı anlamına gelen final maçının ilk 25 dakikası beklenildiği gibi geçmiş ve CSKA Moskova skor ve oyun üstünlüğünü sağlamıştı. 28. dakikada 19 sayı olan farkın inanılmaz bir şekilde nasıl kapandığını ise anlamak maçın canlı izlenirken akılda kalan kısımları biz dahil çoğu kişiye yetmedi. Son saniyede Printezis’in tek elinden potaya doğru giden atış ‘mucize’nin gerçekleştiğini gösteriyordu. 97’den beri bekleyen kupaya beklenen kupaya belki de son yıllardaki en düşük yatırım ve beklentiyle girdikleri sezonda ulaşan takımın oyuncuları, sahipleri, yöneticileri ve hatta bazı tarafları bu anı kutlamak için Sinan Erdem’in parkeleri üzerindeydi artık. Kutlamalar ve sevinç gösterilerinden hemen sonra 2011-2012 sezonu Euroleague kupası ine aynı parkeler üzerinde Olympiakos’lu ellerin üzerinde havaya kalktı. Bu ana da yine sezon boyunca bu takımın yaşadığı önemli anlara sahne olan Sinan Erdem Arena tribünleri en yakından tanık oldular. Bu sayede bir sezonda farklı niteliklerde maçlar oynadıkları bu salon da Olympiakos’un tarihine geçmeyi ve hiç unutulmayacak anıların yaşandığı bir salon olarak hatırlanmayı hak etmiş oldu.

Tarihe baktığımızda İstanbul’da düzenlenen 1992 Euroleague Final-Four finalinin, futbolda 2005 Şampiyonlar Ligi finalinin de bu tarz tarihi olaylara sahne olduğu hatırlanacaktır. Ancak bu sezon bu sahnenin sadece filmin sonunda değil, ortalarında da bazı kırılma anlarına ev sahipliği yaptığını unutmamak gerekir. Yeni sezon kuralarına göre Ekim ayında Olympiakos takımı Anadolu Efes deplasmanına çıkmak için muhtemelen yine Sinan Erdem Arena’ya gelecek. Bakalım bu geliş de mevcut hikayenin devamına ya da yeni bir hikayenin başlangıcına sebep olabilecek mi hep beraber göreceğiz.

6 Ekim Tarihinin Önemi

Basketbol dünyası ile ilgili kişilerin bildiği üzere Ekim ayının başları takımlar için tam anlamıyla hazırlık dönemine denk gelir. Öyle ki eğer var ise Eurobasket finalleri veya elemeleri, Dünya Şampiyonası, Olimpiyatlar vb. milli organizasyonlar bitmiştir. Eylül ayının sonlarını da kapsayan bu süreçte tam kadro çalışma fırsatı bulan takımlar yerel veya uluslararası kupa elemeleri de başlamadan önce genellikle hazırlık kamplarının son devrelerinde diğer takımlar hazırlık maçları oynarlar. İşte 2011-2012 sezonunun hazırlık döneminin son evreleri de Eurobasket’in bitimiyle beraber gelmişti ve 1-2 Ekim tarihlerinde organize edilen Two Nations Cup için Türkiye’den Anadolu Efes ve Fenerbahçe Ülker takımlarıyla birlikte iki Yunan ekibi Olympiakos ve Panathinaikos da Abdi İpekçi Spor Salonu’nda boy göstermişlerdi.

Bu turnuvada Fenerbahçe’yi yenen ancak Efes’ten 25 sayı fark yiyen Olympiakos, ekonomik sebeplerden ötürü yıldızlarının çoğunu kaybetmiş ve son yıllardaki yatırımlar ölçüsünde büyüyen hedeflerini de kısmış durumda bir takımdı. Büyük hedeflerin yine hüsrana uğradığı bir sezon öncesinde de hazırlık kampının bir kısmını İstanbul’da geçiren ekip Merter’de Efes ve Olin Edirne ile hazırlık maçları oynamıştı. Two Nations Cup’ın bitiminde yine Efes tesislerinde hazırlıklarına devam eden takımın geri kalan programı şöyleydi: 3-4-5 Ekim Efes Merter tesislerinde antremanlar, 5 Ekim akşamı yine Merter’de Anadolu Efes ile hazırlık maçı, 6 Ekim sabahı Galatasaray Florya tesislerinde antrenman ve akşam Beşiktaş Akatlar Milangaz Arena’da Beşiktaş ile hazırlık maçı... Anadolu Efes ile Merter tesislerinde oynanan maçı da kaybeden Olympiakos’ta takımın bazı görevlileri dahi takımlarının bu sene Euroleague’e ilk turda veda edebileceklerini düşünürken muhtemelen tecrübeli koç Ivkovic’in kafasında daha farklı plan ve beklentiler bulunmaktaydı.

Günün anlam ve önemini belirten esas durum ise 6 Ekim akşamı hazırlık maçını oynayan diğer takımın kimliğiydi. Sezona sponsor sorunları ile giren, transfer döneminde çok ilginç şekilde Deron Williams transferi ile lokavt döneminde en büyük NBA yıldızlarından birini Avrupa’ya getiren, bunun yanında da kontratlarından kurtulmak için kendi oyuncularına günde 3 idman yaptıran (ki bu oyunculardan biri sezon ortasında takımı taşıyacaktı.) ve hatta D-Will’li kadrosu ile Eurocup elemesinde Dexia-Mons takımına elenerek Eurochallenge kupasına düşen Beşiktaş Milangaz. Tıpkı Olympiakos gibi onlara da kamuoyu pek güvenmiyor, tek olumlu ihtimal lokavtın sezon boyu sürmesi ile birlikte D-Will’in takımı bir yere kadar taşıması olarak gözüküyordu. Ancak, tıpkı Ivkovic gibi Ergin Ataman’ın da hedefi ve beklentisi bu kadar basit değildi.

6 Ekim akşamı oynanan hazırlık maçının sonucunda Akatlar’da Olympiakos BJK Milangaz’ı mağlup etti. Ancak, hazırlığını yaptıkları 2011-2012 sezonunun kazananları kesinlikle onlar oldular:

-Grup’ta şansı az görülen Olympiakos sırasıyla ilk tur grubundan 2. Olarak çıktı. Top 16’da da Efes’in bol ikramları ile birlikte 2. olarak çeyrek finale adlarını yazdırdılar. Çeyrek finalde ise Siena’yı saha dezavantajı ile elediler. Final – Four ve sonrası ise ayrı bir hikaye başlığı gerektirir. Euroleague kupasının kazanılmasının ardından yıllardır süren Panathinaikos egemenliğini kırarak Yunan ligini de kazanan kırmızıların tek eksiği Mart ayında yine yoncalara kaybettikleri Yunanistan Kupası oldu.

-Diğer taraf olan Beşiktaş Milangaz’ın durumu da malum; Eurocup’tan bir alt kupaya düşmek dışında bu sezon tüm turnuvalarda en üst noktayı yani kupayı gördü siyah beyazlılar. Üstelik takımın lokomotifi olarak görülen Deron Williams’ın Aralık ayı başında takımdan ayrılması, sakatlık sorunları ve ligdeki yabancı-yerli rotasyonu sıkıntılarına rağmen. 37 yıl sonra gelen ve daha önemlisi Fenerbahçe (Ülker) ve Efes egemenliğini kıran lig şampiyonluğu, derecesi eleştirilse de Avrupa basketbolunda Türkiye’ye gelen 3. Kupa olma özelliğini taşıyan Eurochallenge ve Türkiye Kupası Beşiktaş basketbol şubesi adına tarifi zor bir dengesizlikte seyreden sezonun ‘efsane’ seviyesine yükselmesini sağladı. Tabi ki başta Ergin Ataman olmak üzere teknik ve idari kadro ve sezon boyunca gelen-giden-oynayan oyuncuların da..

Kısacası sezon boyunca birçok oyuncu gel-giti yaşayan ve sezon başında kendilerine fazla verilmeyen şansları sezon içinde haklı şekilde artıran ve başarıya çeviren iki takım bu sezonda boy gösterdikleri toplam 6 kulvarın 5’inde mutlu sona ulaşmış oldular. 6 Ekim 2011 tarihi de bu 2 ‘müstakbel şampiyon’un kozlarını sezon sonundan farklı kadro tercihleri ile olsa da erkenden paylaştıkları bir unutulmaz gün olarak tarihteki yerini aldı.

Yeniden Merhaba


Sözü çok fazla uzatarak şişkin bir edebiyat gerek yok. Mayıs ayından beri ihmal ettiğimiz bu blog ilgilenenlerin tekrar dikkatini çekeceğini umduğumuz yazılarla şenlenmeye inşallah devam edecek...
Herkese sevgiler; saygılar...
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...