27 Nisan 2012 Cuma

T-Mac Hala T-Mac !


Kimilerine göre Hawks yönetimi ona boşu boşuna para ödüyor, sadece ismi ile birlikte bu kadroda yer bulabiliyor ve hatta aldığı süreler çok kısıtlı da olsa o süreyi koç daha faydalı veya gelecek vadeden isimlere vererek daha değerli kullanabilir. Ama işin önemli noktası şu ki özellikle bu oyuna ilgi duymaya 2000'li yılların başında sağlıklı olarak başlayan kişilerin gözünde halen onca sakatlıktan sonra onu oyunda ve smaç yaparken görmek çok mutlu edici ve insanı farklı duygulara götüren bir durum. Bu akşam yaptığı şey de tam olarak buydu denilebilir. Atlanta forması altında normal sezonu 51 maçta 5.3 sayı 2.9 ribaund 2.1 asist ortalaması ile tamamladığını da ekleyelim. 

21 Nisan 2012 Cumartesi

Git Artık Taurasi !


Söylediğimiz gibi, artık gitmenin zamanıdır Taurasi. Dee, Diana hangi isimle çağırırsak çağıralım seni ama artık yolun açık olsun. Sen buralara, bizim basketbolumuza, bizim kültürümüze fazla geldin çünkü. Sen de farkındasındır; muhtemelen Avrupa'da geçirebileceğin en kıymetli 2 seneyi çöpe atmış sayılırsın, neyse ki en azından bu seneyi sağlıklı ve 'suçlanmamış' tamamlayabildin. Ha son günlerde çıkan 'parmak' temalı fotoğraflara da pek takma, bu ülkede basketbolda olsun futbolda veya başka alanlarda olsun kimlerin yaptıkları unutuldu, kimler affedildi, güzel hatırlandı. En azından kimseye 'pis zenci' demedin, takım arkadaşınla dövüşmedin, rakip oyunculara saldırmadın, rakip oyuncu yerdeyken hızlıca oyuna devam etmedin...bu liste böyle uzayıp gider. Buradan ayrıldığında ne sen dünyadaki en iyi kadın basketbolcular arasındaki yerini kaybedeceksin, ne de WNBA'da takımının ve senin iddialarınızda bir azalma olacak. Muhtemelen yazın burada kıyasıya kapıştığın Angel ile de omuz omuza olimpiyat şampiyonu olacaksınız, Fowles, Charles, Augustus veya Parker'la olacağı gibi. Ve hatta anlatacaksınız birbirinize güzel anılarınızı, yolu buraya düşmesi muhtemel olan Moore'a İstanbul'u tanıtacaksınız, boğazı, ne kadar eğlenebileceğini, Rusya'nın soğuk havasından kat kat güzel olduğunu vs. vs.

Aslında 2010 yazında herşey çok güzel başlamıştı. Yıllardır bu branşta büyük yatırımlar yapan ancak bir türlü Avrupa'da çeyrek finalin ötesine geçemeyen Fenerbahçe büyük bir adımla yıllardır belki de tek ihtiyacı olan 'maç değil, seri kazandıran yıldız'ı sonunda kadrosuna katabilmişti. Öyle ki kadın basketbolunun Kobe'si, son 4 yılda Spartak'la bu kupayı kazanmış, WNBA'de şampiyonluk ve MVP'liklere sahip ve daha önemlisi başlı başına bir marka olan Taurasi'ydi gelen. Yakın arkadaşı Penny Taylor ve Avrupa'da kazanmayı bilen bir koç Ratgeber de buradaydı üstelik. Deplasmanda kazanılan Ekaterinburg maçı bu sezon birşeylerin değişebileceğini adeta gösteriyordu. Ama olmadı, tam sezonun ortasındayken Taurasi ile ilgili Hacettepe Üniversitesi'nden gelen 'doping' kararı bir anda herşeyi değiştirdi. Bu lekeyi aklının ucundan bile geçirmeyen Dee gitti. Aynı konuda çıkacak bir sansasyona dahi izin vermeyen Taylor de aynı şekilde. Büyü bozulmuştu bir kere, sadece Türkiye değil Dünya bu olayı konuşuyordu. Uzun süren araştırmalar sonucunda ortada doping filan olmadığı anlaşılması bu sefer Türkiye'nin imajını tamamen çökertti. Dünya'nın en iyi oyuncusunu yoktan bir doping kararı ile kaçırtmıştık işte. Bu karar sonrası hala oradakiler görevlerine devam ettiler ancak kurumun doping kontrol yetkisi de elinden alınmış oldu. Hedeften bir anda sapan Fenerbahçe bir büyük transferle Angel'i alsa da takımın form tutması sezon sonunu buldu ve elde kalan üst üste 6.lig şampiyonluğuydu. Avrupa'da yine bir çeyrek final vedası yaşandı ve sürpriz şekilde kupayı alan Avenida herkese derin bir 'Ahh...' dedirtti.

Hedefi gerçekten Avrupa olan bir takımın yapması veya asla yapmaması gerektiği gibi Ratgeber'le yolları ayıran Fenerbahçe yeni sezonda Dee'yi geri getirmek için çok uğraştı. Ancak Penny'nin Fenerbahçeye geri gelmesinin ardından büyük yıldız şok bir kararla Galatasaray tarafına geçmişti. Ortada dönen büyük paraların gerçekliği var mı bilmem ama kadrosunda Fowles, Charles, Prince ve Alba Torrens'i bir araya getiren Galatasaray MP takımınının hedefi de artık direkt olarak Avrupa şampiyonluğu oluyordu. Ancak ortada buna gerçekten inanan tecrübeli bir yönetim ve oturmuş bir düzen olmayınca üstüne ek olarak gelen önemli sakatlıklar Dee'nin yüzünü burada da güldürmedi. Pota altında kadın basketbolunun Shaq ve Duncan'ı olarak gösterebileceğimiz ikiliye top indirtemeyen bir koçla bu iş olamazdı zaten...Birçok maç artık 'Ver Dee'ye yaz deftere' şekline girince o da her maça aynı yüzdeyle karşılık veremedi. Sezon başında ve ortasında kazanılan iki kupa Dee'nin Türkiye macerasını özetleyen kupalar oldu maalesef. Hırsını ve belki de sinirini de Final Eight'te 5.maçının son hücumunda Augustus'un üzerinden attığı basket sonrası topu ayağıyla degajlayarak 'anlayanlara' gösterdi. Sezonun son şansı olan lig finallerinde oturmuş kadro ve kazanma alışkanlığına sahip Fenerbahçe'ye karşı adeta tek başına direndi, direnmek zorunda bırakıldı. Hatta karşısına adeta düşmanı sayılan Pondexter çıktı, sinirlendirildi, son ana kadar mücadele etti. Ama özellikle son maç attığı 32 sayı, yaptığı enfes blok, kazanma hırsı derken onun da bir insan olduğu gerçeği su yüzüne çıktı. En çok da Galatasaray kenar yönetimine doğru...

Şimdi en kolayı sezon içinde yaptığı hareketlere, hakemle oynamasına, parmak hareketlerine olayları bağlamak ve 'zaten karaktersizdi abi, iyi oyuncu olmak yetenekli olmaktan ibaret değil' demek aslında. Ancak bu kişiliğin son sene bu hale gelmediği gerçeği ve WNBA'de dahi kavgalarıyla meşhur olan 30 yaşındaki bir oyuncunun bu tür söylemlerle uğurlanması akıllara birkaç soruyu getiriyor. Ya geçen sene Fenerbahçe'den olaylı ve yalanlı bir şekilde ayrılmak zorunda kalmasaydı ? Ya bu seneki efsane kadroyu daha verimli kullanan bir kenar yönetimi, kazanma alışkanlığını birkaç yıl içinde öğrenmeye başlamış olan bir yönetim olsaydı ? Ve bunların doğrultusunda, 'başarılı' olabilme fırsatı kendisine daha fazla tanınabilseydi ? Son olarak : Avrupa'ya adım attığı 2006'dan beri başarıdan başarıya koşan bir oyuncu neden sadece bu iki sene başarılı olamadı diye bir sormak gerekmez mi ?
  

18 Nisan 2012 Çarşamba

Olmadı...


16 Nisan Pazartesi akşamı Ankara Arena'da oynanan Türk Telekom - Anadolu Efes karşılaşmasının sonucunu gören herkes öncelikle ister istemez bir şaşkınlığa uğradı. Uzatmaya giden maçı Türk Telekom kazanmıştı ve rakibi Galatasaray MP'nin kaybettiği haftada liderlik hesaplarını bırakmamak isteyen Efes'in adeta elini kolunu bağlamıştı. Tabi burada maçın birçok detayıyla ilgili konuşacak şey çok : ligin en 'ilginç' takımı ve organizasyonu olmaya yıllardır oynayan Türk Telekom'un deplasmanda kazandıkları Fenerbahçe Ülker maçının yanına ilginç bir sürpriz daha oldu bu maç ama zaten kadrosunda bunca tecrübeli ve kaliteli yıldızı olan takımın play-off'a halen bir adım geride olması başlı başına 'ilginç' olmaya yetiyor. Efes cephesinde ise Zouros'un gelişinden beri adeta hiç bir 'önemli' maç kazanılamaması da son umut olan lig şampiyonluğu kapısının da yavaş yavaş kapanmasına yardımcı oluyor gibi. Zira Zouros geldiğinden beri CSKA, Galatasaray, Beşiktaş, Telekom gibi takımlara kaybettiler. Neyse yazının başlığındaki kelimenin açıklamasına gelecek olursak : bu maçın bahsettiğim öneminden kat kat daha fazla önemli olmasını sağlayacak olan ve hatta lig tarihine geçmesini sağlayacak olayın resmiyet kazanamamasıydı olmayan. Normal sürenin son hücumunu Savanovic'in kaçırması ile ribaundu alan Jasaitis kendi potasının altından tek elle topu karşı potaya gönderdi ve atış hiç teraddüt etmeden potadan içeri girdi. Ortalığı kaplayan bir anlık sevinç ve maçın kahramanı D-Wash'ın futbolda Agahowa, Martins örneklerinden hatırladığımız taklalarla karşı potaya doğru gitmesi şimdiden hatıralara kazındı ancak tekrar bakıldığında Jasaitis'in sadece saniyenin yarısı veya daha az bir farkla geç kalması atışın resmiyet kazanmasını engelledi. Bu anı hatırlamak veya görmek isteyenler için elimizde bulunan iki videodan birisi yavaşlatılmış halde, diğeri de televizyon çekimi ama olsun en azından hatıralara girebilmesi adına yeterli kaynaklar.   Yavaşlatılmış olan video da burada. 

15 Nisan 2012 Pazar

Büyük Maç Kazanamıyor mu Demiştik ?

Türk basketbol tarihinde çok genç yaşlardan beri hizmet etmeye başlayarak bugün 44 yaşında olmasına rağmen kendini unutulmaz karakterler arasına koyduran Oktay Mahmuti, hemen hemen tüm çevreler tarafından gördüğü saygının yanında Galatasaray taraftarları gözünde şimdiden 2. 'İmparator' ismiyle anılan hoca olarak anılmaya başladı. Son olarak Fenerbahçe Ülker maçında tribünlerden sahaya gelen yabancı maddelere karşı yıllardır hiç bir faydası olmayan resmi anonslardan iki tanesini Yalçın Dümer okurken mikrofonu elinden alarak tribünleri kendi sesiyle uyarması Türk spor tarihinde eşine az rastlanacak ve bir milat sayılabilecek bir olaydı diyebiliriz. Kısacası sadece saha içine yansıttıkları değil saha dışında yaptığı doğru hareketler ve karşısında olsun olmasın herkese karşı duyduğu samimiyetle beraber 'keşke bir tane değil birkaç tane olsa Türkiye kazanır' denilecek cinsten bir kişilik kendisi.

Neyse bu kadar ekstra yorumdan sonra teknik açıdan önemli olan konuya gelebiliriz. Geçen sezon başladığı önemli yapılanma hamlesinin meyvesini beklenmeyen şekilde ilk yılda almaya başlayan Galatasaray'da bu sezonun daha da iyi olacağı gün gibi aşikardı zaten. Sezonu erken açan takımın Euroleague yapması, Cumhurbaşkanlığı Kupası zaferi derken gümbür gümbür gelen bir Galatasaray bekliyordu herkes sezon ortasında da. Ancak bu iki önemli zaferden sonra takım biraz durağanlaştı ve bozuk sesler yavaş yavaş ortaya çıkmaya başladı. Avrupa'da hedef maçlar olarak belirlenen Prokom ve Olimpija maçlarından firesiz ayrılınması ancak çok yaklaşılan Kazan, Barcelona ve Siena zaferlerinin yanısıra ligde alınan Anadolu Efes, Beşiktaş Milangaz ve Fenerbahçe Ülker mağlubiyetleri ile birlikte takımın büyük maçlar için halen yeterli tecrübe veya dirence sahip olmadığı konusunda görüşler ortaya atıldı. İşin ilginci bu noktada takımın bu mağlubiyetler dışında yenilgisiz şekilde yoluna devam etmesiydi. Sonuç olarak Top 16'nın ilk maçındaki Efes ve Türkiye Kupası'nda alınan Beşiktaş mağlubiyeti ile bu görüş daha sesli biçimde söylenmeye başladı. Galatasaray ve Oktay Mahmuti 'büyük' maçları kazanmakta halen yeteri kadar başarılı değil miydi ?

İşte ne olduysa o dönemden sonra oldu. Aslında ilk ayağını Türkiye Kupası öncesi alınan tarihi Olympiacos galibiyeti olarak görebileceğimiz seriyle birlikte sırayla CSKA, Anadolu Efes (2 kez), Banvit deplasmanı, Beşiktaş Milangaz ve son olarak Fenerbahçe Ülker galibiyetleri Galatasaray hanesine yazıldı. Euroleague'de son maçta çeyrek finalin kapısından dönen takım ligde de sadece Antalya BŞB karşısında inanılmaz şutlar ile bir maç kaybetmişti, ta ki bu akşam Mersin BŞB maçında 2 uzatmalı maça kadar. Sonuç olarak sezonu erken açmanın da etkisiyle sezon ortasında hafif bir duraksama dönemine giren ve bunu atlattıktan sonra önüne geleni devirerek liderliğe yükselen bu takımın şampiyonluk yolunda en büyük favori olduğu bir çok çevre tarafından onaylanmakta. Ve artık kimsenin 'Büyük maçları kazanamıyorlar' veya 'Tecrübesizler' deme hakkı ve lüksü de kalmadı. En azından Türkiye sınırları içerisinde...

Foto : Sporx.com

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...